KULU HAKK’A YAKLAŞTIRAN İBADETLER BAHSİ

Yukarıda sayılmış ve anlatılmış olan farz ve vâciblere uyup, yasakları terketmek, ibadetleri yerine getirmek mutlaka gerekli ise de, yeterli değildir.

Bedenimizi temizleyen abdest, namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler yanında bu ibadetlerle uyumlu olarak; içimizdeki latifelerin de zikre, fikre, ibadet ve taharete ihtiyacı vardır. Bedenle yapılan ibadetler nasıl bizi azaptan kurtarıp nimetlere kavuşmamıza sebep ve ön şart oluyorsa, kalb ve ruhumuzla yapacağımız ve herbiri âyet ve hadisle emredilmiş bulunan ibadet ve taatlar da, Peygamberimizin sevgisini ve Allah’ın rızasını kazanabilmemizin vasıtası ve ön şartı bulunmaktadır.

Nitekim peygamberimiz Beni herşeyden fazla sevmeyince imanınız kemâl bulmaz, Beni seven Allah’ı da sever buyurmuştur. Cenabı Allah da Beni seven Habibime uysun buyurmuştur. Peygamberi sevip O’na uymak ise, O’nun hem şeriatına hem de sünnetine, sünnet olan velayet ve bâtınına uymakla olur. Biz peygamberi görmedik. Peygamberi ve Allah’ı sevmenin hakikatini O’ndan görerek öğrenmedik. Amma, Hazreti Ebubekir gördü ve öğrendi. Ebubekir Sıddık’tan görüp öğrenen Selmani Farisi, O’ndan Kasım bin Muhammed (Hz. Ebubekir’in torunu), O’ndan Caferi Sadık (Hz. Ali’nin torunu), O’ndan silsilenin diğer halkaları zahir ve bâtınlarıyla öğrenerek ilâhî emanet günümüze ulaştırılmış oldu.

Netice olarak denileceklerin özü şudur: Allah yakınlığı ve Peygamber sevgisini kazanabilmenin biricik yolu, bu yakınlığı kazanmış olan ve bu yakınlık ile yaklaştırıcı bir selâhiyet kazanan bir velinin yoluna girerek onun emir ve tavsiyelerini gönül hoşluğu ile kabul edip muhabbetle yapmaktan ibarettir. Hazreti Ebubekir Sıddık’tan bu yana silsilede sıralanan ve küçük silsilede tek tek sayılan yüce velîler bu tarzda yetişmiş, Peygamberimizin emri ve direktifi ile bu görevi yapmaya memur edilmişlerdir. Bu usûlün kıyamete kadar böylece devam edip gideceği bildirilmiştir. Bu yola halis bir inanç ve sımsıkı bir bağ ile girenler de bu yakınlık ve kemâlden hisse alacak, onlarla haşrolup, onlara ikram edilen Cemâlullah’a kavuşacaklardır. Zira, âyet ve hadislerde Allah için sevin. Sadıklarla beraber olun. Herkes sevdiğiyle beraberdir, burada da, orada da buyurulmuştur. Bu yolun faziletini belirten haberler pek çoktur. Biz de kıymet ve değerini bilelim. İyilerle iyi yolda arkadaşlık edelim. Kötüleri de kötülükleri de terkedelim. Allah’ın en büyük düşmanı olan nefsimizi ve nefsin hilelerini tanımaya çalışalım. Çünkü nefis, yaradılışı icabı hayırdan kaçar, şerri ister, insanı da kötü yollara sürükler, içimizde olan, bütün varlığımıza hükmeden nefsin yegâne ilacı rabıtadır. Gerçi nefis açlıkla dize gelip zayıflarsa da, ıslah olmaz. Bizim nefsimizi islah ederek bedenimiz ve niyetimizi temizleyecek, ruhumuzu arıtıp gafletten uyandıracak olan biricik vasıtamız, vesile ve dermanımız rabıtamızdır. Bu yolda en yüksek araç, ulaştırıcı kuvvet rabıtadır. Rabıta, hem yolun usûlüne dikkatle uymayı, hem de mürşidi akıl ve hayalden çıkarmamayı ifade eder. Bizde en yüksek batıni amel rabıtadır. Bu yüzden Nebi, sıddıkla rabıta; Rabbe çıkar bu rabıta denilse yeridir. Rabıta, ilahî feyzi müridin kalbine aktaran bir oluk gibidir. Feyiz ise manevî gıdadır: Böyle bir hizmetle bizi manevi âlemlerin üstüne çıkarmanın memuru olan zata olan sevgimizi büyütüp çoğaltmak da bizim en ileri görevlerimizdendir. Rabıtayı anlayıp sevmeye çalışmalı, bu konudaki iş ve ameller nelerse onları yavaş yavaş öğrenip ona göre gayret ve hizmetler yapmalıyız. Beden ve kalb ile yapmamız gerekli amelleri yeterince ve gereğince yapmanın yanında; haram, günah ve yasak olan işleri Allah için terketmeliyiz. Her amelimizi şeriat terazisinde tartarak yapmalı, şeriatın kabul etmediğini bırakıp, kabul ettiğini yapmalıyız. Bilmediklerimizi bilen arkadaşlarımızdan sorup öğrenmeliyiz. Sevgi ve bağlılığımızı artıran iş ve uğraşları yapıp, sevgi ve bağlılığımıza zarar verecek işleri, kitapları, insanları terketmeliyiz. Boş zamanlarımızda rabıtamızı düşünelim. Tefekkürümüz rabıtamız ve onun çevresi olmalıdır. Rabıtanın tanınması, muhabbetin yerleşmesi ve ihlâsımızın artması için sohbetlere ve hatmelere devam etmeliyiz. Hatme, hem büyük rabıta, hem de en iyi sohbet aracıdır. Mazeretsiz üst üste üç defa hatmeye gelmeyenler, üst üste üç defa cuma namazına gitmeyene benzetilmiştir. Bizde hatme öyle mühimdir ki bu yolun terfi aracı olan hatmeye gelmeyenler terakki kazanamaz ve rabıta ve zikrin nimetine ulaşamaz. Zikrimiz gönül zikri, gizli zikir ve Lafza-i Celâl’dir. Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını içeren zat ismidir. Bütün isimlerinin faziletini ve bütün nurlarının hakikatini toplamış olan bir zikirdir. Peygamberimizin halifesi ve hicret arkadaşı Hazreti Sıddıkı Ekber’e ilk defa verilen dersin aynısı bizim dersimiz, rabıtanın aynısı bizim rabıtamız, zikrin aynısı bizim zikrimizdir.

Yolumuz; muhabbet, ihlas, âdab ve teslimiyet üzerine kuruludur. Muhabbet demek, rabıtayı Allah için sevmek, bu yolu Resulullah için benimsemektir, ihlas, rabıtamızın gizli halimizi de yanındaymışız gibi bilip gördüğüne inanmaktır. Onu, ilimde İmamı Azam, marifette de en yüksek velîlik derecesi olan kutbul aktab bilmektir. Adab ise, rabıtamıza olan hizmet, hürmet, muhabbet ve edepleri yeterince yapmaktır, insanların âdabı Allah’a ulaşan ip gibidir. O ipe tutunanlar ancak o huzura varırlar. Edepsiz yakınlık olmaz, bu sebeple, tarikatı olmayana tarikattan bahsetmemek, davet edilmediği yere gitmemek, noksanlığı daima nefsimizden bilmek, halkın ayıplayacağı davranışları yapmamak; başkaları yanında el bağlama, el öpme, boyun kırma gibi bu devirde kaldırılmış olan fiilleri yapmamak, aramızda ise yer ve diz öpme, öpüşme gibi sünnetle yasaklanmış fiilleri yapmamak bu devrin edeplerindendir. Kötü amel ve fena çığırı açmayıp açanı da nezaketle uyarmalıyız. Terbiye, iyi ve hoş geçinme kurallarına her zaman ve her yerde uyalım. Hadisi şerifte Edebi olmayanın dini yoktur buyurulmuştur. Mümkün olduğunca edep ve terbiye dışı, görgü harici işlerden sakınalım. Yolların sonu ve müridin kemâli ise teslimiyettir. Rabıtanın yap dediğini yapmak, yapma dediğini veya ima ettiğini de yapmamak teslimiyettir. Emirleri, akıl yorumu katmadan yapmak, yasakları da his ve çıkar ilgilerine düşmeden yapmamaktır. Zorluklara sabır ve güçlüklerde sebatlı olma da teslimiyet olarak ifade edilmiştir. Tevazu ve mahviyet ise teslimiyetin ürünü ve bu yolun en değerli kazancıdır.

Bu yolun en üstün nimeti umurunu rabıtasına teslim edip noksanını bilmek ve aman ya Rabbi demeye devam etmektir.

Her yol ve kolun bir usûlü, bazı şartları vardır. Bizde şu üç husus bu şartlardandır:

1- Devamlı abdestli olmak.
2- Helâlinden kazanıp, helâlinden yemek.
3- Nisbeti korumak.

Her amel abdestli olunca yapılabilir. Abdestli iken yiyip içilen nefse zehir, ruha da gıda olur. Abdestli iken ölen şehittir. Abdestli bulunmaya dikkat etmeli, yatarken mümkünse abdestli olarak yatmaya gayret etmeliyiz. Böyle yapan sabaha kadar ibadet etmiş gibi ecir alır. Devamlı abdestli olan, niyetinde de halis ise, dışı ve içiyle temizlenmiş, pâk olmuştur.

Helâl lokma yemeyenin ibadetinin kabulü şüpheli olduğundan, helâl işlerde çalışıp, helâl lokma yemek herkes için dikkat edilecek bir görevdir. Helâl lokma besmele ile yenince nefis ondan gıda alamayacağından bizim riyazetimiz helâl lokma yemekle yapılır. Böylece besmele ile yenilen helâl lokma, bir de rabıtalı yenilirse bu defa ruhumuz büyük bir kuvvet kazanarak yüce makamlara çıkma gücüne erişir. Bu tarzdaki beslenme alışkanlığı, maneviyatın esas motoru, yahut nurdan bineğidir.

Nisbeti koruma olarak söyleniveren şart ise bütün şartları bünyesinde toplayan bir şartlar özetidir. Bu şartın aslı, bu yolun usulünce amel etmektir. Diğer yolların ve başka büyüklerin usûlleri de hak ise de, biz ancak bizim usûlümüz, bizim amelimiz, bizim büyüklerimizden fayda görebilir, ancak ve ancak onlardan feyiz alabiliriz. Bir müride, bütün yollarda değişmez bir kaide içinde, feyiz ancak kendi rabıtasından gelir. Aksine hareketle her kapıdan birşeyler kapmaya çalışanlar, misalleri görüldüğü gibi boşuna yorulup, kendilerine uyanlarla birlikte beyhude yere uğraşıp durmuş olurlar. Rabıtayı hiç unutmamaya gayretli olmak, her iş ve uğraşında onu düşünüp onu hayal etmek, akşam yatarken, sabah kalkar kalkmaz rabıta etmek hedefe kolaylıkla ulaştırıcı nisbet unsurlarındandır. Bu konuya, haram ve yasakların hepsinden sakınmak, kötülüklerle şer olanlardan korkmak, emirlerin hepsini yapmak da dahildir. Nefsin arzusu ve şeytanın ameli olan kibir, gurur, hased, kin ve buğzetme, iki yüzlülük (riya), hilekârlık, yalancılık ve hırs gibi hayvani sıfatlardan olan tehlikeli günahları terketmek de bu nisbetin cihadından bir bölümdür. Nisbet yürütücüsü de denilen rabıtanın bizde görmek istediği sâlih amellerin gereği ve kemâlli hallerin kapısı olan şu hasletlerdir:

Sabırlı olma, güçlüklere ve amellerin yüküne sebat etme, hak ve adaletle insafdan ayrılmama, hayatı boyunca görevlerinde doğru ve çalışkan olma, şefkat ve merhameti bırakmama, güvenilir ve aranılır kişilikte olma, cömert ve hayır sever olma, kanaatkar olma, bilhassa tevazulu ve mahviyetkâr olma gibi yüksek sıfatlardır.

Baş olma, üstünlük ve büyüklük taslama, keşif ve keramet elde etme gibi öldürücü, mâna söndürücü nefsânî beklentileri de kökten kesip atmamız, onların hergün tekrarladıkları nasihat ve daima bekledikleri vazifelerimizdendir.

Bizde ilâhi ente maksûdî ve rızake matlûbi diyerek tekrarlayıp durduğumuz Allah rızasını dilemenin dışında kalacak olan bütün manevî istekler yasak ve yerilen gayretlerdendir.

Özürsüz virdleri terketmek; rabıtayı unutmak; hatmeye devam etmemek; varlık sahibi görünmek; şeriatın yasakladığı iş ve amelleri yapmak; amelleri cennet gibi, dünyevî ve uhrevî bir arzunun yerine gelmesi gibi bir niyetle yapmak; taşkınlık ve sivrilikler yapmak; başka yol ve diğer büyüklerin usûl ve virdlerini benimsemek gibi zararlı durumlardan son derece sakınmak da nisbet unsurlarındandır.

Küfre düşme, ana-babaya isyan, haksız yere adam öldürmek, yetim malını yemek, zina yapmak, sılayı rahmi terketmek, mazluma zulmetmek, içki içmek, yalan yere yemin etmek, yalancı şahitlikte bulunmak, (ırza, cana, mala) hainlik etmek, günahıyla öğünmek, namazı terketmek, fitneye sebep olmak gibi büyük günahlar manevî bağlılığını kendi elleriyle koparmak olup bu yoldan çıkma sebebidir. Böyle günahlara düşenler, nispet ipini kopardıklarından derslerini tazelemek zorundadırlar.

Allah’ın rızasına ulaşan; her nimete ulaşmış, her makamı geçmiş, her hayrı yapmış, en yüksek mutluluk olan Cemâlullah’a kavuşmuştur. Bu sebeble biz, malı-mülkü hedefleyen dünya talepleri ile yine dünyada kalacak olan sûrî (dünyevî) kerametleri talep etmeyiz. Bana seni gerek seni diyenlerin yolunda yalnızca Allah rızası isteriz.


Bir müslümanın yaşantısı şu üç şeyin yapılması ile kemâle ulaşır:

1- İlim,
2- Amel,
3- İhlâs

İlim, zahirî ve bâtınî görevlerimizi öğrenip bilmektir. Amel de, bildiğimiz bu görevleri güzelce yapmaktır. İhlâs ise, bu görevleri sadece Allah için yapmaktır. Biz, başka yolların “işin sonudur” diyerek yaptığı amelleri işimizin başında yapmaya başlarız.

İhlasın aslı, gizli ve açıktan olan her davranış ve niyeti Allah’ın görüp bildiğine kesinlikle inanmaktır. Rabıtanın görüp bildiğine inanmak da aynı şeydir. Biz bu inançla işe başlarız. Arşa, kürse sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım buyuran Allah’ın kalbine sığdığı yani (kudret ve azametiyle tecellî ettiği) velîsine biat etmek, onu sevip, ona inanıp bağlanmakla Allah kapısı önüne gelmiş oluruz. Çalışıp gayret ederek bu kapının açılmasını beklemeliyiz. Başka yollar, başka kapılar bize ebediyen kapalıdır. Allah kapısı bizim için ancak rabıta eliyle açılır.

Bizim yolumuz bu kapıya kadardır. Ondan sonrası, hakikat denilen peygamber kapısı ve sonu da marifet denilen Allah kapısıdır. Allah kapısı ancak Allah’ın razı olduğu kimselere açılır. Bu rıza kapısının kılavuzu rabıtadır. Hiç şüphemiz olmasın ki, bu kapı sabır ve teslimiyet sahiplerine açılacaktır.


Bu yolun büyüklerinin bazı tavsiyeleri:

• Nefs ejderhası ancak rabıtanın gölgesinde ölür.

• Zikir kalbi arındırır, rabıta ile yükselinir, kâmil velînin sohbeti ise hayat iksiridir.

• Dosdoğru olanların değeri yüksektir.

• Aslandan kaçar gibi yol inkarcılarından kaçın.

• Bu yolun selâmeti inkarcılardan uzak durmaya bağlıdır.

• Aynı anda iki ayrı yolda yürümek mümkün değildir.

• Başkasının sana yaptığı kötülükle, senin başkasına yaptığın iyiliği unut.

• Başkasına yaptığın kötülükle, başkasının sana yaptığı iyiliği unutma.

• “Âlem iyi de; bir ben kötüyüm” demeyi benimse.

• Aman yarabbi!.. yi dilden düşürme.

• Her işinde şeriat terazisini elden bırakma.

• Bir işe başlarken, yiyip-içerken hep şöyle de:

- Bismillâhi destur yâ hazreti pîrim.

- Yarabbi! Elimi mürşidimin eteğinden kesme.

- Yarabbi! Noksanıyla kabul buyur.

- Yarabbi! Fazlı tevfikini üstümüzden eksik etme.


Cenabı Allah, kendi nurundan Habibinin ruhunu yaratmış, o nurun kalanından da diğer insanların ruhlarını halketmiştir. Ezel gününde bütün ruhlara: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş, başta Habibinin ruhu olmak üzere, bütün inananların ruhları “belî” yani “evet ya Rabbi, sana kulluk yapacağımıza yemin ederek söz veriyoruz” demişlerdir. Âyet ve hadisle bildirilen, fakat dünyaya gelince unuttuğumuz bu anlaşmanın hatırlanması için Peygamberler gönderilmiş, ilâhî kitaplar indirilmiştir. Hudeybiye denilen yerde şanlı sahabilerin hepsi peygamberimize biat ederek, ruhlarının ezeldeki anlaşmasını Habibi elinde tazeleyince, Allah’ın rızasına ulaşıp maddî ve mânevi fetihlere kavuştular. Başta pîrimiz Ebubekir Sıddık olmak üzere, belli başlı sahabilere ayrı ayrı, bütün sahabilere de guruplar halinde ders verip zikir ve belirli ameller tarif eden peygamberimiz, onların Hakk’a ulaşmaları için gerekli yolları tayin etmiş, gelecekteki ümmetinin istekli olanlarına da “sahabilerime uyan Hakk’ı bulur” diyerek kıyamete kadar izlenecek usulü belirtmiştir. Peygamberin vefatında, yine bütün sahabiler Sıddıkı Ekber efendimize biat ederek birlik içinde dirlik buldular. Bundan sonra, peygamberin velayetinin mirasçısı olan bâtınî halifelere biat etmek, sünnetteki şekil ve ruhuyla sistemleşerek devam edegeldi. Böylece, ilmi ezelîde verilen sözü bu âlemde kâlb ve kalıbıyla duyup ahdine sadık olduğu anlaşılan bir Allah kılavuzuna biat ederek onun yolundan yürüyüp Allah ve Resulüne makbul olma işinin öğretisine tarikat, bu işin öğretmenine mürşit, şeyh veya pir denilmiştir. Tarikat, usulüne sadakatla uyanı Hakk’a ulaştıran bir sünnet, bir sahabi yolu, âyet ve hadisle emredilen seçilmiş ve sevilmişlerin yaşantı şeklidir. Bu yolda Allah’ın emirleri olan şeriata inanarak uyulmalı, yâni bu emirler yaşantımızın kuralı olmalıdır. Hakkın Habibinin sünneti ve sahabilerin can ve ruhlarını feda ettiği peygamber emirleri de gönlümüzün severek işlediği amelimizi teşkil etmelidir. Nasıl ki bütün sahabiler kendilerine emredilen özel amelleri hayatlarının sonuna kadar canla-başla yerine getirmişler, herbiri aldığı emrin dışına asla çıkmamışsa; onlardan intikal eden bir yol olan tarikatta da onlar gibi amel ederek kendi yolunun dışına taşmamalı, “beni ancak bu usul Hakk’a ulaştırır, diğer yolların usulü bize fayda yerine zarar verir” diye bilmelidir. “Mürşidini hak bilmeyen Hakk’ı dahi bilmez” kaidesini iyi anlamalıdır. Bir ucu Allah’ın ve Resulünün elinde olan nurdan bir zincir düşünün. Bu zincirin her halkası, bir evvelki halkaya bağlı olan mürşitlerden oluşmuştur. İşte bizim mürşidimizden başlayıp peygambere ulaşan mürşitlerden kurulu halkalara silsile denilir. Nebi, Sıddık, Selman... diye nurlarına bürünmek istediklerimiz bu altın halkalardır. Bunların her biri Allah’ı ve Resulünü sevmiş, Allah ve Resulünün direktifiyle bizlere de Allah ve Resulünü sevdirmeye memur edilmişlerdir. Bunlar insanlara lütfedilen en büyük nimettir. Bu nimetin kadrini bilip ona göre şükrünü edâ edelim. Onlar Allah tarafından yüceltilmiş ve sevilip sayılmaya, kendilerine uyulup emirleri tutulmaya lâyık görülmüş Allah dostlarıdır. Bunlara maddî ve manevî bir beklentisi olmadan Allah için uyanlar, Allah’a giden yolun kıymetli yolcuları olurlar. Bizim, bu yolumuz en büyük sahabi olan Ebubekir Sıddık hazretlerinin yolu ve evliyanın başkanı, kemâllerin doruğuna varan Şahı Nakşibendi efendimizin usûlüdür. Bu yolda Allah zikri gönüllere işlemiş, kalblere Allah adı nakşedilmiştir. En kolay ve en kıymetli sünnetlerle donatılan bu yol, kestirmeden süratle götüren ruh yoludur. “Bu yolda bir adım atan, başka yollarda bin adım atandan ileri geçer”, “bu yolda işin sonu başına yerleştirilmiştir” denilmiştir. Allah için mürşidi sevmek; onun bulunmadığı yerlerdeki durumları da bilip göreceğine inanmak; onu büyük velî bilip bizi mutlaka Allah’a ulaştıracağına kani olmak; onun usul ve emirlerine teslim olup, tâbi olmak bu yolun şartlarıdır. Cenabı Hakk bu kainatı Habibine olan sevgisinden yaratmıştır. Ta oradan gelen bu sevginin bir damlası olan mürşidimize olan sevgimizi iman ve bağlılık haline getirmeye çalışalım.

Yüce Mevlâ, Habibini en güzel şekil ve sıfatta yaratmış; O’na olan muhabbetini belirtmek ve üstün kemâlini sergilemek için bütün kâinatı yoktan varetmiştir. Âlemlere rahmet olan Habibini dış ve iç güzelliklerin en âlâsı ile bezemiş, O’nu bütün insanlarla cinlere şefaatçi peygamber olarak göndermiştir. Kur’ân-ı Kerim’i O’na indirerek, önceki kitaplarla diğer şeriatların hükmünü yürürlükten kaldırmış, “Habibim seni sevdim, bu kâinatı senin için yarattım” buyurmuştur. O’nun emirlerine inananı ateşten koruyacağını vaadetmiş, O’na uyarak, O’nu candan sevenleri de yüksek derecelere çıkaracağını belirtmiştir. Bu ilahî sevginin bereketiyle; O’nun ataları, aile ve çevresi, evlâtları, en kemâlli müritler olan sahabeleri, bu sahabelere bağlanan tabileri ve evliyası da Hakkı gösterici birer meşale yapılmıştır. “Biz sana kevseri verdik” âyetinin bir mânası da, kıyamete kadar hakikat kılavuzluğu yapacak ve insanlık numunesi olacak Allah ehlinin devam edip gideceğidir. Rabbulâlemin’in Habibim diye yücelttiği rahmet peygamberini sevmek ve bu sevginin şefaatiyle Hakk’a sevilmek; şeriatın noktası, sünnetin gayesi, tasavvuf ilminin konusudur. Bu muhabbet ilk önce ve kemâlli şekli ile Hazreti Ebubekir Sıddık’ın gönlünde filizlenmiş, Hicret sonrasında diğer sahabilere de aynı biçimlerde lutfedilmiştir. Peygamber rabıtası, sohbet ve gizli zikir olarak özetlenen Tariki Sıddıkî, tâ Abdulhâlik Gucdüvani hazretlerine kadar bu şekliyle gönülden gönüle devredilmiştir. Nübüvvet ortamından uzak kalan sonraki devirlerde, ana santral gibi olan peygamber feyzine dayanamayanların çoğunluk kazanması üzerine, Abdulhâlik Gucdüvani hazretlerinin şefaatıyla, rabıta, Peygamber emriyle mürşitlere yapılmaya başlamış; bu suretle de, peygamberlik seyri velayet seyrinde gizlenmiştir. Büyük kolbaşı, büyük irşâd eri Mevlâna Halid hazretlerinin tecdidiyle de, Sıddıkı Ekber’in feyzine, şahı velî Hazreti Ali’nin feyzi de eklenerek Habibi Kibriya’nın nübüvvet ve velayet verimleri yolumuzda bütünleşmiş bulunmaktadır. Bizim yolumuz; Resulü Ekrem’in zahir ve bâtın halifesi, mağara ve hicret yoldaşı, sohbet ve istişare arkadaşı, risalet ilmi ve hikmetlerinin emanet edilen kasası olan Ebubekir Sıddık hazretlerinin yoludur. Peygamberlerden sonra bütün insanların büyüğü olan pirimizin imanı, peygamberler dışındaki gelmiş ve gelecek bütün insanların imanından ağırdır. Bu yüce sahabiyi sevmek farzdır. Cennete O’nu sevenler girecek, sevmeyen nasipsizler ise ateş ehli olacaktır. Maneviyat yolunun rehberi, mahviyet ve fenanın benzersiz örneği, ilim, irfan, marifet ve vuslat ehlinin öğretmeni, hüküm, idare ve dirayet sahibi, Kur’ân’ın toplayıcısı, azanlarla döneklerin terbiyecisi, şefkat ve merhametin madeni, cömertlik ve hizmetin mektebi, sadakat ve teslimiyetin Sıddıkı Ekberi olan velîlik üstündeki bu yüce pirin yolu Tariki Sıddıkî adıyla başlamıştır. Yüce Peygamberimiz “yürüyen bir ölüye bakmak isteyen Ebubekir’e baksın”, “herkes cennetin bir kapısından çağırılacak, Ebubekir ise Cennetin sekiz kapısından çağrılacaktır” buyurmuştur. Tariki Sıddıkî, böyle bir önder ve rehberin yoludur. İki yıllık hasretin sonunda sevgili Peygamberine kavuşan Hazreti Sıddık’tan sonra, bu yol yine büyük sahabilerden olan Hazreti Selmanı Farisî (r.a) eliyle yürütüldü. “Selman bizdendir” hadisi şerifiyle ehli beytden sayılan, “Hayırlı Selman”, “Cennet Ali, Ammar ve Selman’a âşıktır” hadisleriyle ölümsüzleşen Hazreti Selmanı Farisi için Hazreti Ali: “Selmanı Farisî evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini bilen bitmez tükenmez bir denizdir.” buyurmuştur. Ebu Hüreyre: “Selman, Kur’ân’ı da İncil’i de bilirdi” demiştir. Peygamberimiz buyurmuştur: “Dört kişi fazilette öne geçmiştir. Ben Arapları, Süheyl Rumları, Selman Farsları, Bilâl Habeşlileri...” 250 veya 400 yaşında vefat ettiği söylenen bu yüce pirden sonra, tabiinin iki büyüğü yolumuza mürşit ve rehber oldu. Hazreti Ebubekir’in torunu büyük âlim ve yüce insan Kasım bin Muhammed ile Hazreti Ali’nin Hazreti Hüseyin’den olma torunu, Hazreti Zeynel Abidin’in oğlu İmamı Bakır’ın oğlu altıncı İmam Caferi Sadık hazretleri... Peygamber iklimi ve sahabî nefeslerinin mevcut olduğu devrin bu iki faziletli büyüğünden sonra bu nisbet, fark âlemine inmiş ve peygamberlik kemâline yükselmiş olan büyük mürşitler eliyle yürütülmüştür. Tayfur ve Ariflerin sultanı olarak bilinen Bayezidi Bistamî, Hasanı Harkanî, Ebu Ali Farimedî, yüce veliler Yusufu Hemedanî ve Abdulhâlik Gucdüvanî, Arifi Riyvegerî, Mahmut İncir Fağnevî, Ali Ramitinî, Muhammed Baba Semmasî, Şahı Nakşibendi efendimizin Şeyhi Seyyid Emir Külal, bu yolun usulünün kurucu ve evliyalar başkumandanı Şahı Nakşibend, Alâaddin Artar, Yakub Çerhî, Ubeydullah Ahrar (Hâcei Ahrar), Muhammed Zâhid, Derviş Muhammed, Hacegi Emkengî, Muhammed Bâkibillâh, ikinci bin yılın müceddidi İmamı Rabbanî, Muhammed Masum, Şeyh Seyfeddin, Seyyid Nur, Mazharı Canı Canan, Abdullah Dehlevî, kol başı ve yüzlerce şubenin imamı Mevlâna Halid, Seyyid Tâha, Seyyid Sıbgatullah Arvasî, son müceddid Abdurrahman Tâgî, Muhammed Samî, kasımül erzak ve mürşidi sakaleyn Muhammed Beşir, Sultanı evliya ve gönüllerde safa Dede Paşa (Musa Baştürk), ve... Beşerî örtülerle gizlenen mahviyet madeni Abdurrahim Reyhan Hazretleri...

Bu yolun usul ve esası bire indirilecek olsa bu birlenen şart ancak rabıta olarak belirmiş olacaktır. İşin aslını böylece tesbit edince, bu yolun pirlerini anmak, onların yaşantısını ve kemâle ulaşma sebeplerini bilmek, elbetteki hâlis bir rabıtadır. Büyük amel olan hatmenin feyiz çeşmesi ve nur banyosu olması da bu sebepledir. Bizler için zaruri olan böylesine büyük bir amelin vesilesi olan bu mukaddes ruhların sahiplerini ismen, cismen, ilmen, amelen, manen ve hakikaten tanıyıp safiyetle onlara bağlanmak, himmetlerine sığınıp, rızalarına kavuşmak; Habibi Kibriya’yı sevmenin ve Allah’ı bilip Allah’ı bulmanın yegâne formülüdür.


Böylece maddî ve manevî hallerimizin ilmihalini en kısa şekliyle özetlemiş oluyoruz. Hemen ilerdeki giriş ve günlüklerimizi şevke yapmamızı, amellerimizin makbul olmasını dileyelim.