“Bir insan tarikatı anlar yaşarsa Allah’ın nurlarına ulaşır”

2.3.1995 / Almanya 

Allah razı olsun. Cümleten hoş geldiniz, sefa geldiniz, sefa getirdiniz. Bu insanların hepsi, bilenler de bilmeyenler de Allah’ın kuludur. Beş vakit namazda okuyoruz “Elhamdülillahi Rabbil Âlemin1” âlemlerin Rabbısı’na hamd ediyoruz, teşekkür ediyoruz.

Âlemlerin Rabbısı olunca kâfirler de dâhil, ins, cin, melek, isim cisim taşıyan hepsi onun içinde oluyor. Tabii Cenâb-ı Hakk, insanları her şeyden üstün, her şeyden kıymetli halk etmiş.

Fakat Cenâb-ı Hakk’ın halk etmiş olduğu bu insan eğer insanlığını bilirse, insanlığına ulaşırsa üstündür. İnsanlığını bilmezse, insanlığına ulaşamazsa kaybeder ve bu sefer insan çok aşağıdır.

Şimdi insan olmak için; Cenâb-ı Hakk: “Biz Kur’an’ı insanlara gönderdik.2” buyuruyor, bir defa Kur’an’a inanmak, sımsıkı sarılmak mecburiyeti var. İnsan olmak için: “Biz Peygamberler’i insanlara gönderdik” Peygamber’i tanımak, ona sevgiyle saygıyla sarılmak var.

Cenâb-ı Hakk: “Biz insanı çok kıymetli halk ettik.3” buyuruyor. “O çok kıymetli halk etmiş olduğumuz insanı cehennemin esfel-i safilinine düşürürüz.4” Cehenneme inandık, cennete de inandık. Eğer cennete, cehenneme, ahirete inanmazsak biz de Müslüman sayılamayız. 

Ne olur? Ebedî cehennemde kalırız, hiç kurtuluşu yoktur. Ama Allah’a ahirete inanmamız, cennete cehenneme inanmamız sadece bununla da olmuyor. Allah’a inandıysak, bize Kitap göndermiş, Kitap’ta yasakları var, emirleri var, bunları tutmak mecburiyeti var.

Peygamber göndermiş ve Peygamber’e tâbi olmak mecburiyeti var. Cenâb-ı Hakk’ın emri var: “Habibim bana itaat eden sana tâbi olsun, sana tâbi olmayan bana itaat etmiş değildir.5

İtaat Kur’an’dır, tâbi olmak da sünnettir.

Zaten Kitapsız, sünnet insanı kurtarmaz. Çok Kitap ehli var ama ehl-i sünnet de şimdi azdır. İnşallah biz hem ehl-i kitabız hem de ehl-i sünnetiz.

Onun için işte Rabbi’l-Âlemin, Rabbi’l-Müslimin değil. Sadece Müslümanlar’ın Rabbi değil kâfirlerin de Rabbi’dir. Fakat onlar bilsinler, bilmesinler bir gün olacak, onlar da bilecekler.

Mademki Allah bu insanları bilinmesi için halk etmişse ve bu insanlar da Rabbısı’nı bilmek için dünyaya gelmişse burada bilmeyenler orada bilecekler.

İkindi namazından sonra okuduğumuz aşirde “ve yekûlul kafiru ya leyteni küntü tûraba6” “Azabı gören kâfirler, ya Rabbi sen bizi dünya âleminde toprak halk etseydin de bu azabı görmeseydik.” diye o zaman Allah’ı tanıyacaklar.

Çünkü tanımak mecburiyeti var. Mademki Allah “ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun7” buyuruyor. “Biz insanları cinleri halk ettik, bizi mabud bilsinler, itaat etsinler.

Demek ki burada bilmek bizim kurtuluşumuzdur. Burada bilmeyenler ahirette kurtulamaz. Bilecekler ama daha orada kurtulamazlar.

Şu hâlde Allah bizi Müslüman halk etti ki çok gece gündüz şükretmemiz lazım. Böyle yemeye, içmeye, gezmeye, tozmaya gelmedik, bunlar bizi aldatır.

Kendimizi bilelim, Rabbimiz’i bilelim, O’na olan kulluk görevini yapalım, onun nimetine ulaşalım diye geldik.

Cenâb-ı Hakk bu kadar sayısız nimetler halk etmiş. Dünyada, ahirette, zahirde, bâtında, görünen, görünmeyen ne kadar isim cisim taşıyan nimetler var ise, deryada, karada, havada, Allah’ın nimetlerinin sayısı yoktur.

Cenâb-ı Hakk zaten öyle buyuruyor, hâşâ vaadinde hulf olmaz, “Biz kulumuz için sayısız nimet halk ettik.8

Demek ki bu nimetlerin bir sayısı olsaydı, sadece bilinenler ve görünenler olurdu, ona rakam bulurlardı. Şimdi bilgisayarlar var, büyük hesapları yapıyorlar. Ama bu bilgisayarlar değil, bir milyon bilgisayar bir araya gelse Allah’ın halk etmiş olduğu nimetlerin hesabını yapamaz.

Bunlar nedir? İsim, cisim taşıyan ne varsa kulları için nimettir.

Bunlar insanlara hizmet görüyor.

Yerdekiler, yerden ne çıkıyorsa, neler yerden alınıyorsa, insanlar yararlanıyor. Denizden insanlar yararlanıyor. Denizdeki bu balıkları insanlar et olarak yiyip yararlanıyor. Sonra bu kadar hayvanat var, bunlar işe koşuluyor, etleri yeniliyor, sütleri içiliyor, insanlar yararlanıyor.

Bizim için en zararlı olan hayvan da bize hizmet görüyor. Hiç olmazsa, o zararlı hayvan olmasaydı yararlı hayvanın kıymetini bilemezdik. Bu zararlıdır, bu da yararlıdır diye bilemezdik, onu elde edemezdik.

Demek ki bunları insanlar için halk etmiş. Cenâb-ı Hakk insanı kim için halk etmiş? Zatı için halk etmiş. Bu kadar sayısız nimetleri kulum için halk ettim, kulumu zatımı mabut bilip itaat etsinler diye halk ettim, buyuruyor. Bundaki anlam insanlar nimetlerden faydalansınlar, Rabbısı’na kulluk etsinler.

Allah’ın ibadete ihtiyacı mı var? Yok, hayır.

Bütün insanlar, cinler, melekler hepsi Allah’a itaat etseler Allah’ı bir kazanç sahibi edemezler, bir kâr sahibi edemezler.

Bütün insanlar, cinler, hepsi Allah’a isyan etseler, Allah’a bir zarar veremezler. Onun için kelâm-ı kibârda:

Hiç kuluna zulmeder mi Mevlâsı

Kulun çektiği kendi cezası

Onun için kendi kendimize zulmetmeyelim, kendi kendimize gadretmeyelim. Bu fırsat ele geçmez, bir defa dünyaya geldik, bir daha gelemeyiz. Bu gençlik bir daha ele geçmez. İnsan bir defa gençlikten geçiyor, bir daha gençliğe dönemiyor. İnsan ahireti de gençlikte kazanıyor, dünyayı da gençlikte kazanıyor.

Hep dünyayı düşünmeyelim, hep dünyayı kazanmayalım, hep dünyayla uğraşmayalım. Dünyayı biz ahiret için kazanacağız, ahiret için harcayacağız.

Bu da nedir? Bu da ameldir. Allah’ın emri: “Dünyaya da çalışın ahirete de çalışın.9” buyuruyor.

Burada emir çifttir. Dünyaya çalışmak ticarettir, ahirete çalışmak ibadettir.

Bugün Almanya’dasınız, onların ibadeti var mı? Yok, hep ticaretle meşguller. Onlar maddiyattan başka bir şey bilmiyorlar. Maddiyatta onlar için bir sorun yoktur. Ama biz onlara yerinmeyeceğiz. Allah korusun biz onlara havf vermeyeceğiz, onlara uymayacağız.

Çünkü Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: “Hangi kavme kendinizi teşbih ettiyseniz onlarla haşrolursunuz, onlarla kalkarsınız.10” Yani bu da nedir? Teşbihdir, hangi kavme kendinizi benzetirseniz.

Maalesef şimdi Müslümanlar Almanya’yı, Avrupalıları şöyleler, böyleler diye onları güya iyi görüyorlar. Neyi iyi görecekler yahu? Bunlar bir defa Müslüman değiller. İmanı olmayan bir insan, Müslüman olamaz, insan da olamıyor. Allah’a ahirete inanmayan insan sayılmıyor.

Allah: “Biz insanları halk ettik bizi mabud bilsinler” buyuruyor. İşte bilmeyen insan sayılmıyor. Yalnız bunlar şöyledir: Ehillenmiş bir hayvandır.

Bazı zararlı hayvanlar var ki, mesela bir ayı, bir yırtıcı hayvan, onları küçükken tutuyorlar getiriyorlar, ehlileştiriyorlar, zararlı tarafları gidiyor. İnsanlara daha zarar vermiyor. Şimdi bu hayvan ayılığını, tilkiliğini, kurtluğunu değişti mi? Değişmedi, değişmez.

İnsanlarda hayvanî sıfat var, beşerî sıfat var, melekî sıfat var.

Bu ceset üçünün de perdesidir. Ama bu perde bir gün yırtılacak.

Bu da nedir? Ölümdür. Ölünce bu perde yırtılacak, o perdenin arkasındaki neyse meydana çıkacak.

Hayvanî sıfat kimdedir? İşte günah, sevap, helal, haram bilmeyen, ameli olmayan, hep dünyayı düşünendedir. Bu insan hayvanî sıfattadır.

Eğer insan olsa Yaradan’ını bilecek. Bu insan Yaradan’ını bilmek için halk edilmiş. Yaradan’ına itaat etsin diye bu insan halk edilmiş. Biz Kur’an’ı hâşa hayvanlara gönderdik demiyor. Cenâb-ı Hakk: “Biz Kur’an’ı insanlara, cinlere gönderdik.” buyuruyor.

Demek ki bu ceset bir perdedir. Neyin perdesidir? Ruhun perdesidir.

Ruh bu cesette değil midir? İnsanlarda ruh-ı hayvanî, ruh-ı sultanî, ruh-ı nuranî vardır. Bunlar ruhun makamlarıdır.

Ruh-ı hayvanî, eğer bir insanın şeriatı olmazsa bu sıfatta kalır. Şeriat, Allah’ın emirleridir. Kitap, sünnet, icma, kıyastır.

Bunlar şer’i hükümlerdir. Kitap Kur’an, sünnet Hazreti Resullullah, icma orada birleşmektir. Kıyas-ı fukaha da ulemâ bu kadar göz nurları dökmüşler, sabahlara kadar çalışmışlar, kitaplar yazmışlar, bizi aydınlatmışlar. Bunlar insanda olmazsa, edille-yi şeriyyeyi yaşamazsa, hayvanî sıfatta kalır.

Bir de nedir? Farz, vacip, sünnet, müstehab. Bunlar insanda olmazsa yine hayvanî sıfatta kalır.

Hayvanî sıfatta kalınca ne olur? Hayvan suretinde gider. Şimdi bu ceset bir perdedir, onu göstermiyor.

Şimdi üç tane perdeyi düşünelim. Her şey misalle anlaşılıyor. Üç tane siyah kalın perde var. Üçünün de arkasında ne var biliyoruz. Birinde köpek var -affedersinizbirinde de insan var, birinde de insandan daha güzel bir kimse var. Yani insanlarda olmayan bir özellik, bir güzellik olan birisi var. Bunların üçü de biliniyor. Ama siyah kalın perde göstermiyor.

O perdeler kalkınca köpek de meydana çıktı, insan da meydana çıktı, o insandan çok güzel, çok kıymetli olan birisi de meydana çıktı.

Hayvanî sıfatta olan kimdir? Günahı, sevabı, helali, haramı, hayrı, şerri bilmeyendir. Bir de Cenâb-ı Hakk: “Hangi kavme kendinizi benzetiyorsanız onlarla haşrolursunuz.” Bakın buna da dikkat edin.

Beri taraftan da Cenâb-ı Hakk “Sadıklarla olun.11” buyuruyor.

Sadık olanlar kimler?

İnananların Allah’a bir vaadi, sözü var. İnanmayanların, kâfirlerin vaadi yok.

Ne zaman olmuş? Ruhlar halk edildiği zaman. Bu ruhlar halk edildiği zaman, Allah’a söz vermişler.

Cenâb-ı Hakk’ın kullarına bir emri olmuş: “Elestü bi rabbiküm.12” “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye emri olmuş. Orada Müslümanlar, Allah’a ahirete inananlar “belâ” demişler, kâfirler bunu dememiş.

İşte bu “belâ”nın üzerinde duranlar sadıktır. O da ancak bu dünyada tamamıyla Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından kaçanlar  sadıktır.  Allah  bunlarla  beraber  olun,  buyuruyor.  Sadıklarla beraber olun ve Peygamberimiz buyuruyor ki: “Dünyada kimi sevdiyseniz ahirette de onunla beraber olursunuz.13

Şimdi bu insanlar bir defa dünyaya gelmiş, bir daha gelmezler. Eğer onun inancı var, inancını yaşıyorsa hayvan değildir; insandır. O, insan olarak kalkacak. Ceset çürüyor, ruh kalkacak, ruh dirilecek.

Zaten bu ceset yok iken ruh var mıydı? Vardı. Neredeydi? Bilinmiyor.

Ne zamandan beri vardı? Bilinmiyor.

Allah bu ruhları ezelden halk etmiş, kendisi biliyor, kimseye bildirmemiş.

Bu ruhlar nerelerde kalmış? O da bilinmiyor.

Allah’tan havf duymak, korkmak lazım. Zaten “hikmetlerin başı Allah korkusudur14”. Bütün keyfiyetlerin başı Allah korkusudur. Allah: “Muttaki olun15” muttaki olan kurtulacak, muttaki olmayan kurtulamaz, buyuruyor. Takva demek iyice şeriatın en incesini yaşamak, hülâsasını yaşamaktır. En ufak şeylerden korkmak, kaçmaktır.

Allah, dört şeyi dört şeyin içerisinde gizlemiştir, efendiler.

İnsanlar içerisinde, iyi insanlarını, velilerini gizlemiştir. Veliler varis-i enbiyadır. Peygamberler’in olmadığı zamanlarda, Peygamberler’in görevini veliler görmüşlerdir. Velilerin görevi, halkı sapık yollardan doğru yola yöneltmektir.

Bular ruhu musaffadır

Bunlar kimdir? Velilerdir.

Bular ruhu musaffadır ki “Cem-ül Cem”e varmışlar,

Cemiden farka gelmişler vekil-i Mustafa’dır pir

Pîrler, Mürşitler Peygamber Efendimiz’in vekilidir. Zaten emirler de var, Peygamberimiz “Benim ümmetimin velileri Benî İsrail Peygamberleri derecesindedir.16” buyurmuyor mu? “Benim ümmetimin âlimleri benim varislerimdir.17” buyurmuyor mu?

Şimdi bu ikinci secdeyi yapmış mıyız, yapmamış mıyız? Onu bilmiyoruz. Bundan da korkmak, havf duymak lazım. Onun havfını burada çekeceğiz.

Bu ikinci secdeyi yapmak için amel gerekiyor. Peygamber Efendimiz: “Amel imanın muhafazasıdır.” buyuruyor. Ameli olan imanını muhafaza eder.

Fakat bir de insanlarda Allah korusun varlık var, benlik var.

Çok amel işleyenler de amel varlığına düşmüşler.

Neden düşmüşler? Amellerine güvenmişler. Ben ameli işledim, artık azaptan kurtuldum. Allah’ın cennetini kazandım diyenler de helak olmuşlar.

Burada da bir hadis-i şerif var: “Kişi ameliyle cennete giremez; kişi Allah’ın fazl u tevfiki, kişinin mertliği kişiyi cennete sokar.18

Allah bir defa cennetini kuluna bahşedecek, verecek. Kimlere bahşedecek? Mertlere.

Yalnız burada kurtuluş nedir?

Ameli güzel işle, işlememiş gibi bil.

Allah’ın bu kadar sana vermiş olduğu nimetler var, vücut sağlığı var, rızıklar var. Senin ömrün boyunca yapmış olduğun ameller acaba senin içeceğin bu bir bardak suyu öder mi? Ödemez.

Senin hayatın bu bir bardak suya bağlıdır.

Harun Reşit, Abbasiler’in beşinci halifesidir. Emevi Devleti yıkıldı. Hazreti Abbas’ın oğulları veya torunları Emeviler’in kalesi Mervan’ın tahtının altında zindanda hapisti. Bunları oradan çıkardı, onu da İslâm halifesi seçtiler. Ama Harun Reşit o kadar saltanata düşkün, o kadar da dikte bir padişahmış. Halkın halini pek sormaz, kendisi saltanatına zevkine düşmüş, hiç halkın zârından, intizârından haberi yokmuş.

Fakat âlimlere de bir hürmeti varmış. Âlimlerden bir tanesi demiş ki:

  • Ben padişahımla görüşmek

Padişahı göstermemişler, kimseyi ziyaretçi kabul etmiyor, demişler.

  • Sen padişaha, halifeye git filanca âlim seninle görüşmek istiyor,

Padişah da:

  • Müsaidim gelsin, demiş.

Hâl hatır ettikten sonra âlim şöyle diyor:

  • Ya halife-yi müminin, ey yeryüzünün halifesi, sen düşün ki o kadar susuzsun (bu hikâye takvimin dalında yazılıydı) ama bir bardak su da yok ve Bir bardak su eline geçerse ölümden kurtulacaksın, eline geçmezse öleceksin. Yalnız bir bardak su bulunmuş, o da çok pahalıdır. Sana diyorlar ki saltanatını ver ki bu suyu verelim. Verir misin?
  • Elbette veririm, can her şeyden kıymetlidir, demiş.
  • Şimdi bir bardak suyu içtin, bu sefer de bunu çıkaracaksın, ama çıkaramıyorsun. Bu sefer de çıkaramazsan öleceksin. Deseler ki saltanatını ver ki o vücudunda olan suyu çıkarabilesin. Verir misin?
  • Elbette veririm, demiş.
  • Ey halife, bir bardak suya değmeyen bu saltana niye bu kadar kıymet veriyorsun?

O zaman Padişah bundan etkilenmiş, çok değişmiş. Saltanatından zevkinden vazgeçmiş.

Evet, efendiler bizim bütün ibadetlerimiz, amellerimiz bir bardak suyun karşılığını ödeyemez.

Ahmed Bican Hazretleri’nin kitabında yazar: Zamanında abidin bir tanesi, eski insanlar çok yaşıyorlarmış, iki yüz sene çölde ibadet yapmış. Hiç dünya ticaretine elini sürmemiş, hep ibadet etmiş. Ne yiyip ne içmiş diyeceksiniz. Onlar için inananın gıdası “zikrullah”tır. Ruhun gıdasını verdikten sonra nefsin gıdası olsun olmasın bakmazlar. Salih Baba Divanı’nda geçer:

Dâireyiz hem kudümüz cismimiz neydir bizim

Aşk u sevdadır gıdamız bağrımız meydir bizim

Virdimiz ism-i celâl'dir kalbimiz "Hay"dır bizim

Zikrimiz ihfâ-durur esrâr-ı Kur'ân bizdedir

Zikrimiz ihfa, yani gizlidir. Kur’an’daki esrar ne biliyor musunuz? Cenâb-ı Hakk: “Nahnu akrabu19” buyuruyor. Kur’an’daki sır budur. Bu sırrı bilenler o zaman Allah’ı hiç unutmayacak. Cenâb-ı Hakk: “Ben sana şah damarından yakınım.” buyuruyor. Şah damarı insanların kalbinde merkezi bir damardır. Vücuda dağılan üç yüz altmış altı damar orada birleşiyor, başı orasıdır. Cenâb-ı Hakk, ben ondan daha yakınım, diyor.

İşte, bunu bilen kimdir? Allah’ı hiç unutmayandır. Yerken, içerken, alırken, verirken, yatarken, kalkarken, gezerken Allah’ı hiç unutmayacağız.

Zaten Allah buyuruyor “Ricâlun lâ tulhîhim ticâretün ve lâ bey’un an zikrillâh.20” “Benim öyle kullarım var ki onların ticaretleri zikirlerine mâni olmaz.” Hem ticaretlerini yaparlar hem zikirlerini yaparlar.

Bu ona babasından miras mı kaldı? Hayır. Çarşıdan mı satın almış? Hayır.

O çarşıda satılsaydı zenginler gider alırlardı. Babadan miras kalmış olsa bütün velilerin oğulları veli olurdu, âlimlerin oğulları da âlim olurdu.

Cenâb-ı Hakk “Kıyâmen ve ku’ûden ve âlâ cunûbihim21” “Ayakta zikredin, otururken, yerken, alırken, verirken, yatarken zikredin.” Bir defa emir var, biz bunu yapamıyoruz.

Adam çalışmış, bütün virdini sa’yını yapmış, yapa yapa bu sefer de ne olmuş? O nimeti elde etmiş.

Bu sefer yiyor, Allah’ı unutmuyor, içiyor Allah’ı unutmuyor, yatıyor Allah’ı unutmuyor, kalkıyor Allah’ı unutmuyor, konuşuyor Allah’ı unutmuyor, Allah’ı hiç unutmuyor. Zahiren lisanı senle benle konuşuyor ama kalbi Allah ile konuşuyor.

Nasıl konuşuyor? Kalbi Allah, Allah, Allah zikreder.

İşte o abit ne yapmış? Çölde iki yüz sene ibadet yapmış, gönlüne gelmiş. Demiş ki;

  • Benim iki yüz senelik ibadetim var, cenneti kazandım.

Nefis bunu gönlüne getirmiş, nefis arzusudur. Zaten cenneti kazanabilmek için o kadar amel, ibadet işlemiş. Allah’ın hoşuna gitmemiş. Allah onu imtihan için bir melek göndermiş. Filanca şehirde bir abid kulum var. İki yüz senelik ameliyle cenneti kazandım diye onda bir eminlik oldu. Onun dişine bir ağrı verdim. Diş ağrısından daha amel işleyemiyor. O çölde kumlarda yerde yuvarlanıyor, ağlıyor, bağırıyor. Onun iki yüz senelik amelini almadıktan sonra onu diş ağrısından kurtarma.

Bu melek her bir sıfata girer, insan suretinde, doktor kıyafetinde abidin karşısına geçiyor, selam veriyor. Abit selamı bile almıyor, ağlıyor, yuvarlanıyor kumlarda ortalığı cırmaklıyor.

  • Ya abit, niye böyle yapıyorsun,

Abit bakıyor ki adamın kıyafetinden doktor olduğunu anlıyor.

  • Sen doktor musun?
  • Evet
  • Ne doktoru?
  • Diş doktoruyum,
  • Bana bu diş ağrısı böyle yaptırıyor. Bu dişimi al da beni kur
  • Bedava diş çekmem, paran var mı? Dişini çekeyim ama ne vereceksin?
  • Benim param
  • Senin paradan daha kıymetli olan amelin var, ben ona da razıyım.
  • Peki, amelimden
  • Ne kadar amelin var? Pazarlığa tutuşuyorlar.
  • İki yüz sene amelim
  • Peki, o iki yüz senelik amelini ver ki ben seni kurtarayım.
  • Aman Doktor Bey, bu olmaz, iki yüz senelik amele bir diş ağrısına verilir mi?
  • Rıza pazarlığı, istersen ver, istersen

Bırakmış gidiyor. Doktor hakikaten ciddi bıraktı, gidiyor. Ama hiç durağı yok, nizahı yarıyor, yerleri çırmaklıyor. Bağırmış:

  • Doktor Bey gel Gel bu iki yüz senelik ameli bölelim, kardeş payı olsun. Yüzünü sana vereyim, yüzünü de bana bırak, yeter ki bu dişimi al.
  • Yok, hayır efendim, Bir senesinden vazgeçmem, iki yüz senesini vereceksin.

Yine çekmiş gitmiş, o da bağırmış:

  • Doktor Bey,

Bakmış ki, imansız gidecek.

  • Bu iki yüz senelik ameli vereyim de Allah bana bundan sonra ne ömür verirse yine ibadet yaparım.

Demiş, razı olmuş. Dişini çekmiş, avucuna koymuş.

  • Ben meleğim, meleğin amele ihtiyacı Sen iki yüz senelik ibadetle cennete giderim dedin. Rabbim’in hoşuna gitmedi. Beni gönderdi, iki yüz senelik ameline karşılık senin bu dişini çekip kurtarayım. Senin iki yüz senelik amelin bir basit dişini ödüyor. Cennete sen neyle gidiyorsun?

Bunlar kitaplara yazılmıştır. Bunlara inanıp itikat etmek lazımdır. İki yüz seneden daha da fazla ibadet yapan abitler imansız gitmişler.

Şimdi burada tabii amelsiz de olmaz. Bak ne diyorlar?

Ameli güzel işle, işlememiş gibi ol.

Fakat insanları amel varlığı da helak etmiş, eder de. Allah’ın karşısına varlıkla çıkılmaz.

Allah’ın karşısına yoklukla çıkılır.

Bu tarikat yokluk yoludur, varlık yolu değildir. Tarikata, tasavvufa girmeyen varlıktan kurtulamaz.

Varlık dağın delmeyen

Ağlar iken gülmeyen

Şeyhini hak bilmeyen

Düşer hüsrana saki

Cenâb-ı Hakk: “İnsanlar hüsrandadır.22” diyor. Kimler hüsrandadır? Şeyhini hak bilmeyen zarara uğrar. Çünkü;

Varlık dağın delmeyen

Sen bir yolcusun ama önüne böyle bir Ağrı Dağı geldi. Senin arzun, isteğin, nimetin dağın arkasındadır. Dağı delemiyorsun, aşamıyorsun. O dağın delinmesi lazım ki, dağı geçip de o nimete ulaşabilesin. Ama delemiyorsun, aşamıyorsun.

Varlık dağın delmeyen

Ağlar iken gülmeyen

Şeyhini hak bilmeyen

Düşer hüsrana saki

Şeyhini hak bilmeyenler hüsrana, zarara uğrarlar. Nitekim uğramışlar.

Evet, efendiler bir kelâm söyleniyor, hadis-i şeriftir. Bizim Hacı Bayram, deli Bayram’ı tanıyorsunuz, bugün namazdan sonra hocaya demiş ki: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” Bu söz tamam da yekten hocaya söylenir mi?

Evet, bu hadistir, doğrudur, fakat yanlış anlaşılmasın. Şeyhi olmayanları şeytan evvelden kandırmış yine de kandırabilir. Şeyhi olmayanları şeytan kandırabiliyor. Çünkü onları amel varlığına düşürüyor. Allah’ın karşısına varlık ile çıkılmaz.

Resulullah Efendimiz, bu tarikatın sahibidir. Bu tarikatın anasıdır. Bu mahviyetin, yokluğun anası odur.

Peygamber Efendimiz’in nurunu halk etti, o nurundan bütün bizleri halk etti.

Ebul ervahtır o, ruhların anasıdır o.

Resulullah Efendimiz Miraç’a gitti. Miraç’ı haktır, inanmayan küfre gider.

Nereye Allah ile Allah’a ulaştı.

Gel Habibim sana âşık olmuşum

Cenâb-ı Hakk buyuruyor:

Gece gündüz durmayıp istediğin

Peygamberimiz gece gündüz durmayıp istiyormuş. Daha yeni evliyken evini bırakıp gidiyor. Halktan kaçıyor, gidiyor. Hirâ Mağarası’na yüksek bir dağ olan Nur Dağı’na gidiyor. Öyle bir yere gitmiş ki her insan onun gittiği yere geçemiyor.

O da peki niye oraya gitmiş? Hiç kulağına bir ses gelmesin, gözüne hiçbir hareket görünmesin. Kulağına bir sineğin vızıltısı dahi gelmesin. Gözüne hiçbir canlı hareketli bir şey görünmesin ki, Allah’a yönelmiş, gözü gönlü oraya kaymasın.

Ondan sonra Cebrail geldi. Cebrail’in inmesiyle zahir şeriatta her ne kadar vahiy geldiyse de fakat maneviyatta ruh-ı musaffa deyince, Allah’ın sıfat nuruna ulaştı.

Cebrail’in inmesiyle Allah’ın sıfat nuru Peygamber Efendimiz’de tecelli etti. Peygamber Efendimiz’e Allah’ın sıfat nuru Cebrail ile ulaştı. Cebrail yirmi beş yaşındaki bir delikanlı suretinde ona görünmüş, ayan olmuş. Peygamberimiz bayılmış.

Onun için Miraç’a beraber delil oldu, gittiler. Cebrail’in makamına kadar birlikte gittiler. Ondan sonra Cebrail daha gidemedi, orada durdu. Peygamber Efendimiz daha çok gitti. İşte tarikattaki mana budur.

Bir insan, tarikatı anlar yaşarsa Allah’ın nurlarına ulaşır.

Evvela esma nuruna ulaşır. Bu tarikatsız olmaz, Mürşitsiz olmaz.

Ondan sonra sıfat nuruna ulaşır, yine Mürşitsiz olmaz.

Ondan sonra zat nuruna ulaşır, yine Mürşitsiz olmaz. Onun için:

Varlık dağın delmeyen

Ağlar iken gülmeyen

Şeyhini hak bilmeyen

Düşer hüsrana saki

O da diyor ki:

Varlığım dağını deldi açtı vuslat râhını

Râh yoldur, vuslat ulaşmaktır.

Neye ulaşacak? Ruhun geldiği bir yer var, ruh oraya ulaşacak. Ama önünde dağlar var. İşte bu dağlar senin varlığındır, benliğindir.

Bu amel varlığı olur, asalet varlığı olur, ondan sonra mal varlığı olur, güzellik daha da başka marifet, maharet olur.

Varlık demek; kendini beğenmek, gurur, kibir sahibi olmaktır.

Bunların hepsi şeytanın sıfatlarıdır.

Varlığım dağını deldi açtı vuslat râhını

Gideceğimiz yolun üzerinde bir dağ vardı, o dağı deldi, yolum açıldı, gittim. Vuslata ulaştım, gideceğim yere ulaştım.

Evliyaullah bir vasıtadır. Allah’a vasıtadır.

Her ne kadar zahir ulemâ Allah ile kul arasına vasıta girmez, derlerse de vasıtasız da kul Allah’a gidemez.

Onlar te’vil edilecek yeri tefsir ederler. Tefsir edilecek  yeri te’vil ediyorlar. Yani yanlış yorum yapıyorlar, yanlış anlayışı insanlara aktarıyorlar.

Allah ile kulun arasında vasıta olmaz. Vasıtasız da kul Allah’a gidemez. Bu kul vasıtasız gelmedi ki vasıtasız gitsin. Düşünelim insanların aklı var, bir de aklı idraki var.

Evet, şeriat aklen değil naklendir ama Allah’ı aklen bulanlar çok olmuş, bulurlar da.

Düşünelim, biz geldik dünyaya ama nasıl geldik? Yani bu vücudumuz gökten mi düştü? Veyahut bir böcek miyiz, topraktan mı, delikten mi çıktık? Veyahut bir ot gibi yerden mi bittik? Bak hepimizin annesi babası var. Annemiz babamız vasıta olmuş, bizi buraya getirmiş.

Öyleyse insan bir vasıtayla gelmiştir, vasıtayla gider. Vasıtasız gelmiş ise vasıtasız gider. Vasıta annemiz babamız olmuş, ne yapmış bize? Anne baba hakkı ne kadar ağırdır. Bize iyiliği şu olmuş:

Bizi ulvî âlemden süflî âleme indirmiş.

Ama meşayih süfli âlemden ulvî âleme çıkarıyor.

Cânım feda olsun Resûlullâh'a

Bizi kabûl etti âlî dergâha

Emr eyledi şeyhim Muhammed Şâh'a

Çıkardı zulmetten bedrâya bizi

Karanlıktan aydınlığa çıkarttı, diyor.

Onun için bir Müslüman’a muhakkak Mürşit şarttır. Mürşitsiz müşkül hallolmaz.

Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” hadis-i şerif var ama bu herkese söylenmez. Yekten senin Şeyhin yoksa sen şeytana uyarsın denilmez. Bunun anlamı nedir? Geçmişte Şeyhi olmayanları şeytan aldatmıştır. Sen de eğer amel varlığına, ilim varlığına düşersen seni de aldatır.

Evet, bu yol, -tasavvuf yolumahviyet yoludur. Tasavvufa, tarikata girmeyen mahviyete düşemez. Yani alçalamaz, alçalamayınca da yükselemez.

Gurur, kibir, haset, kin bunlardan kurtulamaz. Ne kadar âlim de olsa, ne kadar abit de olsa yine az da olsa onlarda olur.

Bugün bu kadar amel işleyen, defalarca Hacc yapmış olanlar var. Ama ona bir zarar verdiğin zaman seni affetmiyor. Onda az da olsa bir kibir var. Kimseye zarar vermiyor, kimseye zararı dokunmuyor ama kimsenin zararına da dayanamıyor.

Hâlbuki insan kimseyi incitmeyecek, incinmeyecek de. Kâmil insan budur. İncitmeyecek, incinmeyecek.

Her inanan eğer Allah’ın azabından korkarsa bu incitmeyi yapmayacak. Kulu incitmek, kulun hakkına tecavüz etmekte kurtuluş olmaz diyerek kimseyi incitmeyebilir. Fakat bir de incinmemek var.

Eğer bir kimseye incindiysen, onu affedemiyorsan işte kin budur.

Hâlbuki Cenâb-ı Hakk’ın af sıfatı var. Ne buyuruyor: “Ben affediciyim, affetmeyi de severim.23

Onun için bunlar insan için zarardır. İnsanlarda zarar da müsavi değildir, büyüğü var, küçüğü var. Günahın da büyüğü var, küçüğü var.

Evet, beş vakit namazını kılıyor, nafile namazlar kılıyor, nafile haclar yapıyor fakat yine de gadabı var, yine de kini var, affedemiyor. Gadaplandığı zaman her şeyi vuruyor, kırıyor, çalıyor.

Ondan sonra kibri var. Hacı olduğu halde, hoca olduğu halde kendini kibirli yüksek görüyor. Gururu var, haseti de var.

Ancak bunlardan insan Mürşitsiz temizlenemez. Çünkü az da olsa bunlar insanda vardır.

Kin, kibir, haset öyle bir şey ki bu yazılarda olan azgın çalılara benzer. Bu çalıyı vurursun, kırarsın, sökersin ama bir damarı kalır, o damarından yine büyür. Onun damarını, kökünden sökmek lazım ki o daha büyümesin.

Evet, efendiler, Allah’a şükür, çok şükür, bin şükür. Allah bu nimeti bize nasip etmiş. Ama bunun kıymetini bileceğiz. Cenâb-ı Hakk: “Kuluma vermiş olduğum nimetin kıymetini bilirse nimetini artırırım, büyütürüm; bilmezse elinden alırım.24

İşte bundan korkmak lazımdır. Mevlâna Hazretleri buyuruyor ki: “Cenâb-ı Hakk kıyamet günü bütün insanları affetse, bir kişiye azap edeceğim diye cehenneme koysa, korkarım ki o azabı bana yapar. Bütün insanları cehennemde yaksa, bir kişiyi cennete koyarım, dese umarım ki beni kor.

Ümitsiz olmak da yok, eminlik de yok. “Beyne'l havf ve'r recâ 25”, arasında olacağız. İşte Allah’tan çok korkacağız, Allah’a çok yalvarıcı olup sığınacağız. Bu da Cenâb-ı Hakk: “Bana sığının.” buyuruyor.

Biz Allah’a nasıl sığınacağız? Cenâb-ı Hakk aslında: “Her halinizde sığının.26” buyuruyor. Ama biz her hâlimizde sığınamıyoruz.

Biz var günlerimizde, sağ günlerimizde, neşeli günlerimizde Allah’ı unutuyoruz. Bir hastamız olduğu zaman, bir zarar gördüğümüz zaman, bir kaza gördüğümüzde, bir işkence olduğu zaman Allah’a sığınıyoruz.

Allah’a şükür yine olsun. Bu da menfaatten hâlî değildir.

Ama Allah: “Her halinizde sığının.” buyuruyor. Yani sağlığınızda da hastalığınızda da varlığınızda da yokluğunuzda da sefalı gününüzde de cefalı gününüzde de sığının. İşte bunu yapamıyoruz. İnsanlardan seçilmemiz için öyle yapmaya çalışalım.

İnsanlar da tabii seçiliyor. Seçilenlerden de seçiliyor, seçilenlerden de seçiliyor.

Mesela avam var, ulemâ var. Bir defa ulemâ, avamdan seçilmiştir. Veliler, âlimlerden seçkindir. Nebiler, velilerden seçkindir.

Bunlar neyle seçildiler? Şeriat, tarikat, hakikat, marifet ile seçilmişler. Allah insanlara bunu bahşetmiştir.

Şeriat ne yapıyor? Küfrü, imanı ayırıyor. Tarikat da imanlılardan ayrılıyor.

Hakkikat de onlardan ayrılıyor.

Bugün mecliste parlamento var. Bunlar halktan seçiliyor, oraya gidiyorlar. Hepsi mebus olarak gittiler. Fakat orada bir de bakanlar var, mebuslardan seçiliyor. Bir de başbakan var, o da bakanlardan seçiliyor. Bir de Cumhur reisi var, o daha da seçiliyor.

Bu seçkinlik sahabede olmuş. Hazreti Resulullah’ın bir defa yüzünü görmüş geçmiş olan sahabedir.

Ama bir de Hazreti Resulullah Efendimiz’in ilk tebliğinde Müslüman olmuş ta ölene kadar küfre karşı malıyla, canıyla çatışmış bütün ömrünce Resullulah’tan ayrılmamış olan var. Bu da sahabedir. Şimdi bunlar bir midir?

Resulullah’ın bir defa yüzünü gören sahabe ise onlardan seçilen Ensar’dır. Neden? Hazreti Resulullah’a yardımcı oldular. Küfürden kurtaran Allah ama kurtarıcı oldular.

Resulullah’a inananlar çok zulüm görüyorlardı. Küfürdekiler dediler “Bize gelin, bu zulmü çekmeyin”. Bunlar ne yaptılar? Ensar’dan  seçkin  olanlar  kızını,  hanımını,  kardeşini,  eşini  bırakıp gittiler.

Muhacirundan daha fazla seçkin olanlar aşere-i mübeşşere’dir. Cennetle müjdelenmiş on kişidir. Onlardan seçkin olan kim oluyor? Hulefa-i Raşidin, dört halife oluyor. Onların da seçkini kimdir? Ebubekir Sıddık Hazretleri, bire düşüyor. Bu seçilme teke düşüyor.

Bunların delilleri nedir? Cenâb-ı Hakk Peygamber Efendimiz’e vahiyle bildiriyor: “İki kişiden biri (Ebubekir) olarak yurdundan çıkardıklarında.27” buyuruyor. Onu hicrete arkadaş veren Allah’tır.

Ondan sonra delili nedir? Ne buyuruluyor: “Peygamberler hariç bütün ehl-i imanın imanını terazinin bir gözüne koysalar, yâr-ı gar Ebubekir’in imanı hepsini tartsalar, hepsinden ağır gelir. 28

Sonra bir hadis-i şerifte: “Rabbim benim sadrıma ne doldursa gönlüme ben de onun kalbine aktardım.29” buyuruyor.

İşte bizim yolumuz Sıddık yoludur. Şimdi tarikat sonradan oldu diyenler yalan söylüyorlar.

Tarikatı, Peygamber Efendimiz, Sıddık Ekber Efendimizle hicret yaparken mağarada vermiştir. Bundan ulemânın haberi var, bütün kitaplarda yazar: “Ya yâr-ı gârım Ebubekir, ağzını yum, dişini dişin üzerine koy, dilini üst damağınla birleştir, kalbinden ‘La ilahe illallah’ de.

Zaten bunu önceden demişti, zaten ‘La İlahe illallah’ demese Hazreti Resullulah’a inanmazdı. En evvel inanan o oldu.

İşte Hazreti Resullulah’a ilk inanması onun nübüvvetine, şeriatınadır.

Ama mağaradaki bu emir üzerine zikre başladı tarikatı da budur.

Tarikat sonradan icat olmuş diyenler yalan söylüyorlar. Tarikat yok diyenlerin, Allah korusun tarikatı inkâr edenlerin kurtuluşu olmaz. Tarikat haktır.

Çünkü Resullulah Efendimiz’in velayeti var, nübüvveti var. Nübüvveti aşikârdır. Peygamberliğinin, nübüvvetinin delili vahiy geldi. Allah Cebrail’le aşikâr emirler gönderdi.

Fakat Allah’ın Peygamberimiz’e Cebrailsiz, harfsiz, savtsız bildirdikleri var. İşte tarikat budur, velayeti budur.


1  Fatiha, 1/2.
2  İsra, 17/105.
3  Tin, 95/4.
4  Tin, 95/5.
5  Al-i İmran ,3/31.
6  Nebe, 78/40.
7  Zariyat, 51/56.
8  Fususül Hikem Trc. s. 238.
9  Camiu’s Sağir 2/12, 1201.
10 Ebû Davûd, 4031.
11 Tevbe, 9/119.
12 Araf, 7/172.
13 Müslîm, Birr, 165.
14 Taberani.
15 Bakara, 2/2, Duhan, 44/51.
16 Keşfü’l Hafâ.
17 Camiu’s Sağir, 1/384.
18 Buharî, Rikak,18; Müslim, Münafikîn, 71-73.
19 Kaf, 50/16.
20 Nur, 24/37.
21 Al-i İmran. 3/191.
22 Asr, 103/2.
23 Tirmizî, Deavât, 89.
24 İbrahim, 14/7.
25 Nevevî, Riyazü's-Salihîn Tercümesi, I, 479.
26 Yunus, 10/22.
27 Tevbe, 9/40.
28 Sultan Veled Maarif.
29 Mevsûa etrâfi'l Hadis, XI, 156.