Gülden Bülbüllere 2-2

Alâ'yı, ednâyı seçmek mürşidi kâmil'in kârı değildir.

Alâ: İyi demek       Ednâ: Kötü demek

Sen iyisin, sen kötüsün demezler meşâyihler. Senin gördüğün ayıbı veliler setrederler.

Onlar sen şöylesin sen böylesin derler mi? Demezler. Biz niye diyelim? Öyle ise onu delil edeceksek, biz de demeyelim Râbıtamızın önemi bu. Bizde "Hayal-i râbıta" var. "Nakş-i cemâl" bilahare. Gösterirler veya göstermezler. Nakş-i cemâli görsen de görmesen de nakş-i hayalle nimetine malik oluyorsun. Nakş-i cemâl zamanında olurmuş, şimdi yok. Niçin? Nakş-i cemâl olanlar bir gün, üç gün  yemeden içmekten dûr oluyorlar. Baygın değil, uykulu değil. Ama hareket de yoktur. Yemesinden, içmesinden, konuşmasından her şeyden dûr olmuş. Parmağını bile kıpırdatamaz.

Ama şimdi bu zamanda göstermezler. Bu zamanda bunlar anlaşılmıyor, taşınamıyor. Böyle bir kimse olsa ne yaparlar. Nitekim olduğu da oluyor. Tamamen değil de kısmen belirtileri görünüyor. Böyle bir hâl tecelli ediyor. Tamamen evlattan, aileden, yemeden, içmeden, her şeyden vazgeçiyor. Bir aşk onu ihata ediyor. Ama ne ailesi onu güdebiliyor. Ne ihvan hâlden anlıyor. Doktora götürüyorlar, doktor anlamıyor. Hocaya götürüyorlar, çaresini bulamıyor.

Aşktan mütevellid bir hâl. Râbıtayı Nakş-ı Hayal değil de Râbıtayı Nakş-ı Cemâl'den mütevellid bir şey aksetmiştir de o onu taşıyamıyor. Demek ki bize ne lâzım? İrade lâzım. İrade farz kılınmıştır. Namaz gibi oruç gibi. Helalindan çalışacağız. Görevine göre hizmetimizi yapmak. Hep irade ile oluyor, iradesi olmayanların ameli de olmuyor. Delilerin iradeleri yok. Onlara amelde yok. Bir de aşktan mütevellid olur ki bu da iradesiz olur. Bu da makbul değil. İrade ile terakki etmek daha makbul.

Çünkü niçin? Namaz şeriatımızda da tarîkatımızda da ibadetin başı. Birisi cezbeye kapılmış da namazını kılmıyor. İnanın onun cezbesi onun için hiçbir şey değil. O terakki edemez. Kaybeder. Kazanayım derken kaybediyor. O cezbe ile o aşk ile beraber ibadeti de yapıyorsa işte o gider. Sizler de bu muhabbetinizle beraber ticaretinizi, işinizi yaparsanız, hem dünyanıza hem ahiretinize bu muhabbetinizle çalışırsanız terakki edersiniz. Çocuklarınıza, işinize, ibadetinize bakacaksınız.

Yusuf Hemedanî Hazretlerinin beş tane halifesinden Hasan Efendi varmış, onu bir aşk sarmış. İbadetini yapıyor. Ama çalışmıyor. Dünyaya çalışmıyor. Şeyh Efendisi bunu sıkıştırmış.

—Çalışacaksın. Çocukların sana emanettir. Çalışmak Allah'ın emridir. Bunları ihtiyaçlı bırakma demiş. O da demiş ki:

— Çalışmaya gücüm yok, demiş.

—Çalışacaksın, demiş. Fakat Cenabı Hak Yusuf Hemedanî'ye bizzat buyurmuş.

—Ya Yusuf! Sana biz akıl gözünün görmekliğini verdik. Hasan'a hem akıl gözünün hem gönül gözünün görmekliğini verdik. Onu dünyada sıkıştırma.

Ama binlerce müridin içerisinde bir tanesine. Asırlar boyunca bütün tarîkatlar içerisinde bir tek o. Başka görülmemiş. Bizimde başımıza geldi. Bir ara ben de çalışmak istemiyordum. İnanın ki bir tek oğlumuz var. Beş yaşında. Başka diğerleri yoktu. Herkes onu seviyordu. O bile gönlümden çıktı. Ne iş, ne ev, hiçbir şey. Kayınpederim Şeyh Efendime şikâyet etmiş. Bize ne yaptı biliyor musunuz? Bize öyle şiddetli bir emir verdi ki:

—Sen çalışmıyormuşsun.

Hakikaten bir sene boş durdum. Çalışmadım. Hazır da bitiyor. Her ne kadar köy hayatı yaşıyoruz. Ektiğimizi biçiyoruz. Ama bir senenin artığı bir seneye yeter. Sonraki sene ne olacak? Bu arada Şeyh Efendimizin tekkesine gidiyoruz geliyoruz. Bir daha gidiyoruz. Neyse gittim elini öptüm.

— Otur, dedi, oturdum. Dedi:

—Sen çalışmıyormuşsun. Niçin çalışmıyorsun? Senin deden Mürşidi Sakaleyn (inlerin, cinlerin de mürşidi) idi.

Şimdi veliler Mürşidi Sakaleyn olamıyorlar. Her asırda bir tane olurmuş. Cinlerden de müritleri varmış. Onlara özel sohbeti varmış. 24 saatin bir saatini onlara ayırmış. Onları içeri alınca, hanımı Aliye'yi bile evden gönderirmiş. Ama pencereden sohbeti duyulurmuş. İçerde kimse yok. Papuçlukta ayakkabı yok. Ama sohbet ediyor. Duyuluyor. Herkes biliyor.

Mübarek Şeyh Efendimiz de cinlerle görüşürmüş. Neyse...

—Senin deden böyle bir mürşit olduğu hâlde boş zamanlarında, keserle, testere ile uğraşıyordu. Sen ondan daha mı büyük oldun? Dedi.

—Baban 27 sene medrese ilmi okumuş, Müderris. Büyük bir âlim. On iki nüfusu keserle besliyordu. Sen ondan daha mı bilgili oldun? Dedi bana. Parmağını kaldırdı.

—Beni büyük biliyorsan emir veriyorum çalışacaksın. Derslerin kazaya kalsın. Namazın kazaya kalsın. İşin kazaya kalmasın. Eğer beni büyük bilmiyorsan peşimde dolanma. Peşimden gelme.

Ondan sonra bir sene ben sanki cehennem hayatı yaşadım. Çalışmaya gönlüm yok. Fakat baskı var. Emir. O emir öyle bir emirdi ki sanki çalışmazsam, imanımda gidecek. Yok olacağım. Diye korku içerisinde istemeyerek çalıştım.

Şimdi o da geçti. Allah'a şükür. Şimdi de boş zamanım olduğu zaman istiyorum ki topraklarla uğraşayım. Cenabı Hak buyuruyor ki: "Benim öyle kullarım vardır ki, onların ticaretleri zikirlerine mani değildir." Demek ki efdâl olanda buymuş. Kelam-ı kibarda nasıl geçiyor:

Kesretten erip vahdete mirat olmuştur Hazret'e

Mirat: Ayna       Hazret: Allah

Allah'a ayna olmuş, yani Evliyaullah kesrette, halk içerisinde, çalışmada, yemesinde, içmesinde, teşriki mesaisinde Allah'a ulaşmış.

Demek burada makbul olan nedir? Muhabbetinizle beraber ahiretinizi de dünyanızı da geri bırakmayın.

Kesretten erip vahdete mirat olmuştur Hazret'e

Muhabbeti olmayanların ibadetleri gönüllerinde varlık oluyor. Muhabbet olunca atıyor gönlünden.

Namazı kılar fakat atar gönlünden. Hâlbuki namazı kıl, namazını kılmayanlara acı. Onları hor görme. Onda ibadet aşkı yok ki namazını kılsın. Veya bugün kılmazsa yarın kılar. Veya namaza başlarsa bu benden iyi olur diye düşüneceğiz. Kimsede eksik görmeyeceğiz.

Muhabbetinle beraber amelin olursa amel varlığı olmaz sende. Amelin gözüne görünmez. Ameline dayanmazsın. Niçin? Muhabbeti olanlar da namazını kılar. Lâyıkı ile kılamadım, diye düşünür. Korkusunu çeker Allah'a sığınır. "Yarabbi ben sana lâyık kul olmadım." der. "Lâyıkı ile orucumu tutamadım." diye mahviyet içerisinde olur. Niçin? İçerisindeki aşktan, muhabbetten dolayı. Amel göze görünürse, kalbe gelirse varlık olur. Hâlbuki kalbe hiç bir şey koymamak lâzım. Ameli yok etmek için.

Amel varlığı olmayınca mahviyet olur. Ahlâk da mahviyettedir. Tevazusu olmayanda ahlâk da olmaz. Tevazusu olmayan, insanlardan kendisini yüksek görür. O zaman Cenabı Hakk’ın emrinin tersini işlemiş oluyor. Allah ne buyuruyor? “Her kim ki Allah için alçalırsa, biz onu yükseltiriz.”

Bir insan ibadetine güvenirse tevazu sahibi olamaz. İnsanlardan kendisini aşağı göremez.

Sen namaz kılıyorsan, namaz seni alçaltacak. Allah seni yükseltecek. Namaz kılmayan için de şöyle düşüneceksin. Evet, bu namaz kılmıyor ama kalbi benden temizdir. Sendeki olan kusur onun namaz kılmamasından daha büyük. Hiç olmazsa öyle gör. Öyle bil. Ve şöyle düşüneceksin: "Bugün namaz kılmıyor. Ama maddemiz bir, Rabbimiz bir, babamız bir. Allah onda da bir ceset ve ruh hâlk etmiş. Bende de ceset var, rûh var. Rûhu Allah üflemiş. Cesedi Allah topraktan halk etmiş. Hepimizin babası Hz. Adem. Belki Allah onun kalbinde de bir iman cevheri halketmiş olabilir.

Bilen Allah'tır. Ben ne bilirim, diye düşüneceğiz. Veliler bilirler ama onlar da aşikâr etmezler. Bir gün olur ki o bir namaza başlarsa benden üstün olur. Ahlâkı hamide sahibi olmak lâzım. Bunu Peygamber Efendimiz çok buyurmuş. O kadar hadis vardır ki...

"Benim ümmetimin en hayırlısı ahlâkı güzel olanlar."

"Benim ümmetimin en şerlisi de ahlâkı çirkin olanlar."

Ahlâkı güzel olanlar hiç kimseyi incitmez. Çirkin olanlar insanları incitir.

"Ahlâkı güzel olanlar aydınlık gündüzler gibidir.

Ahlâkı çirkin olanlar karanlık geceler gibidir."

Allah da Resulullah da meşâyihler de hepsi bize ahlâkı tavsiye ediyorlar. Amel ve ibadet ahlâkla kıymetli oluyor. Ahlâksız olursa, ameli makbul olmuyor. Kendimize güzel ahlâkı örnek alacağız.

Peygamber Efendimiz güzel ahlakı tamam etmek için dünya alemine geldi. Dünya alemine ahlâkı ile örnek oldu. Ahlâk düzgünlüğü getirdi. Ahlakı tamamladı. Biz de onun ümmeti olmak için onun ahlâkı ile ahlâklaşacağız. Evliyaullahlar, veliler Resulullah'ın ahlâkı ile ahlâklaşıyorlar. Veliler Resulullah'ın sıfatı ile sıfatlaşıyorlar da veli oluyorlar.