HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFA
Sallalahu aleyhi ve sellem
Kâinatın efendisi, canlar cani, nebiler sultani Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, yaratılış ve ahlakça gelmiş ve gelecek bütün insanların en güzeliydi.
Asırlar boyunca ruh ve gönül temizligine sahip binlerce evliya, kalem gücüne sahip binlerce edip, tasvir gücüne sahip binlerce sari onun güzelliklerini anlatmaya çalismislar, onun sonsuz güzelligini, oldugu gibi anlatmaktan âciz kaldiklarini itiraf etmislerdir.
Onun yaratilis özelliklerine ait hadis ve siyer kaynaklarindan süzdügümüz bilgiler o müstesna güzellik âbidesinin ancak bir zerresinin, kelime kaliblarina dökülebilir kismidir.
Mübarek Semâilleri
Resûl-i Ekrem sallallahu vesellem uzana yakin orta boylu idiler. Ashâbiyla otururlarken omuzlari onlarinkinden daha yüksekçe dururdu.
Yaratilisi son derece fevkalâde dengeli, sikica etli, vücudu saglam ve kendine hâkim idi. Karni gögsüyle beraber olup sisman degildi.
Boynu uzun veya kisa olmayip, kalin veya ince de degil dengeli idi. Boynu düzgün ve parlak olup, gümüs temizligini andirirdi.
Gögsü genis olup iki omuzlari arasi açikti.
Kemikleri ve eklemleri irice idi.
Bilek kemikleri uzundu. Elleri genis ve kuvvetli, uzun kemikleri düzgündü.
El ve ayak kemikleri mutedil uzunlukta idi.
Ayaklarinin alti, bastiginda ortasi yere degmeyecek sekilde çukurdu. Ayaklarinin derisi gayet yumusak olup kirisik ve pürüzlü degildi. Ayaklarini yikarken kullandigi su akip giderdi.
Teni gül gibi pembemsi beyaz, nûrânî ve parlak, ipekten yumusakti. Mübarek vücudu daima temiz, kokusu her zaman güzel idi. Koku sürünsün veya sürünmesin teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardi. Bir kimse onunla musâfaha etse bütün gün onun güzel kokusunu duyardi. Mübarek eliyle bir çocugun basini sivazlasa o çocuk güzel kokusuyla diger çocuk arasinda belli olurdu.
Basi büyükçe idi.
Saçlari ne düz ne kivircik olup, ikisinin arasi gayet düzgün ve güzel idi. Saçlarini bazan iki tarafa ayirir bazan ayirmazdi. Uzattigi zaman kulak memelerini geçmezdi.
Sakali gür idi. Uzattigi zaman bir tutamdan fazla uzatmazdi. Vefat ettiklerinde saçlarinda ve sakallarinda yirmi kadar beyaz vardi.
Alni genisce ve uzunca idi.
Kaslari hilal gibi olup iki kas arasi birbirinden uzakça ve açik idi.
Iki kasi arasinda bir damar bulunuyordu ki öfkelendigi zaman kabarip belirirdi. Çekme burunlu idi. Burun kemigi belirgince ve biraz kavisli olup delikleri küçüktü.
Yanaklari düzgün ve pürüzsüz olup, agzi genisce idi.
Disleri inci gibi olup, daima misvak kullanir, sik sik kullanilmasini tavsiye ederdi.
Kirpikleri uzun ve siyah idi. Gözleri büyükçe siyahi tam siyah, beyazi tam beyaz idi.
Yüksek ahlâk ve davranislardan bâzilari
Mübarek yüzü yüzlerinin en temizi idi. Bir seyi istemedi mi derhal yüzünde görülür, bir seyi begenince de memnuniyeti hissedilirdi.
Bu güzel bünyede zindelik kuvvetli hayâ ve müthis azim bir arada idi.
Hisleri fevkalâde kuvvetli idi. Pek uzaktan isitir, kimseni göremeyecegi mesafeden görürdü.
Bütün hareketleri mutedil ve ölçülü idi. Bir yere giderken acele etmez, saga sola meyletmeden, agir baslilikla giderdi.
Hizli yürür, akarak giderdi. Yavas yürür gibi görünür, fakat beraberinde gidenler süratle yürüdükleri halde ondan geri kalirlardi.
Lüzümsuz söz söylemezdi. Her sözü hikmet ve nasihat idi. Herkesin aklina ve idrakine göre söz söylerdi. Güler yüzlü, tatli sözlü idi. Sohbetinin tadina doymak mümkün degildi.
Kalbi yufka idi. Her kötüye sefkat göstermis, hiçbir kötüyü cemaatinden tepmemis, ona merhametle elini uzatarak islahina çalismis her zayifa mürüvvetle davranmis, topluma kazandirmistir. Kimseye fena söz söylemez, kötü muâmele etmezdi. Ona derdini anlatmaya gelen kim olursa olsun sözünü kesmez, sonuna kadar dinlerdi.
Yumusak ve alçak gönüllü idi. Kendine yapilan sakalari anlayisla karsilar, gerektigi zaman kesinlikle yalan katmamak suretiyle sakalarina istirak eder, bu konuda da onlara örnek olurdu. Peygamberligine mahsus ciddiyet ve vakarini ashâbiyla kendisi arasinda duvar yapmamisti. Bunlarla beraber O heybetli ve agirbasli idi. Onu gören bir kimse hemen heybetine kapilir, yakin olan ise derin sevgisine tutulurdu.
Gülmesi tebessüm idi. Onunla sohbet eden kimse can u gönülden âsik olurdu.
Akrabasina itina eder, fakat dînen onlardan ileri derecede olanlara daha deger verirdi. Hizmetkârlarini pek hos tutardi. Kendisi ne yer ve ne giyerse onlara da yedirir ve giydirirdi.
Insanlarin yikik kalblerini yapmaya, gönüllerini hos etmeye düskündü. Üzgünleri teselli etme firsatini gözler, onlari incitmez, küçük büyük bütün ashâbini sorardi. Ister taninan, ister siradan bir insan olsun, hepsini birbirlerine gözettirir, müsâvi tutardi. Fakir, zengin ayirtetmeden kim davet ederse etsin icabet ederdi. Karsilastigi bir kimseye ilk selam veren o olurdu. Husûsî olarak çocuklarin yanina gider, onlara da selam verirdi.
Öfkeden bütün gücüyle sakinir, sayet öfkelenirse üzerinden atmak için namaza baslar, Allah’i tesbih eder, öfkelendigi zaman ayakta ise oturur, oturuyorsa yan tarafina uzanir, öfkeli iken bir harekette bulunmaktan sakinir, kendine hâkim olurdu.
Hiçbir kimse Onunla beraber olmaktan sikayet etmemistir.
Resûlullah’in hüznü daimî, tefekkürü araliksiz idi. Rahati yoktu, zarûret olmaksizin konusmazdi. Sükûnet hali uzun sürerdi. Bir söze baslayinca yarim birakmadan tamamlayarak bitirirdi. Birçok mânâlari birkaç kelimede toplar öyle söylerdi. Sözleri dâne dâne idi. Ne lüzumundan fazla ne de az idi. Yaratilis olarak yumusak olmakla beraber gayet salâbetli idi, heybetli idi. Nimeti daima büyük tanir, çok az bile olsa zemmetmez, medih de etmezdi.
Öfkelendigi zaman yerinden kalkmazdi. Hakk’a itiraz edilmesinin haricinde öfkelenmezdi. Kimsenin farkina varmadigi bir hak çignendigi zaman öfkelenir, hak yerini bulunca öfkesi giderdi. Hiçbir zaman kendisi için öfkelenmezdi. Kendini müdafa da etmezdi.
Bir seye isaret edecegi zaman elinin tamamiyla isaret ederdi. Bir seyi begendigi zaman elini hareket ettirir, konusurken sol elinin bas parmagini sag elinin avucuna vurarak konusurdu. Öfkelendigi zaman yüzünü çevirir, sevindigi zaman gözleri küçülürdü. En fazla gülmesi tebessüm idi.
O yalniz oldugu zaman bir yere ancak izin istedikten sonra girerdi. Evine geldigi zaman da evde kalacagi müddeti üçe bölerdi; Allah’a ibadete, digeri ailesine, üçüncüsünü de kendisine ayirirdi. Kendisine ayirdigi zamanini avam-havas insanlarin hepsine tahsis eder, onlardan kimseyi mahrum birakmazdi.
Onun yüksek ahlâki cümlesinden olarak, fazilet ehlini ve dinde ileri olanlarin digerlerinden üstün tutardi. Ona gelenlerden kiminin bir, kiminin iki, kiminin üç veya daha fazla derdi bulunurdu. Onlarla mesgul olur, daima iyiliklerine çalisir, istifade edenlerin bu duyduklarini gerektigi yerde zikretmelerini ister ve söyle buyururdu: “ Bu mecliste bulunan, duydugunu burada bulunmayanlara ulastirsin. Bana derdini anlatmak için gelmeye gücü yetmeyenler varsa onlara haber verin. Kim sultana derdini ulastirmaya gücü yetmeyen birini haber verirse, sultanin huzurunda ancak o kimsenin derdini söylerse, Allah onun ayaklarini kiyamet gününde sabit kilar.” Herkes onun yanina kendisi ya bir kardesi için hayra vesile olmak maksadiyla gelir, yanindan büyük bir zevkle ayrilir, bir baska hayra kosardi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, lisanini ancak kendini alâklandiran bir is için saklardi. Insanlari daima birbirine isindirir, birbirinden sogutmazdi. Her bir toplumun sereflisine ikram eder, aziz tutar ve onu onlara baskan yapardi. Hiçbir kimseden tebessümünü esirgememekle beraber insanlara karsi daima ihtiyatli davranirdi. Herkese karsi güzel ahlâkli idi. Ashâbini daima arastirir, insanlar arasinda dönen hadiseleri takib ederdi. Güzel bir hareketi takviye eder, tesvik eder, çirkin bir hareketi de kinar ve ondan sakindirirdi. Her isi mutedil idi. Birbiriyle çeliski arzeden hareketleri yoktu. Insanlarin gaflete düsüp hakdan kaymalari korkusuyla onlardan habersiz kalmazdi. Her bir hal ve harekete karsi dogruyu gösterme isti’dadi onda vardi. Hakta kusur etmez ve taviz vermezdi. Onun arkasindaki insanlar insanlarin en hayirlilaridir. Onun yaninda en üstün insan dine en çok hizmet edendir. Onun katinda insanlarin en üstün derecede olani kardeslerine yardimi en güzel olandir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’i zikretmeden ne oturur ne de kalkardi. Mescidin her yerine oturur, belirli bir yerine oturmanin âdet edilmemesini söylerdi. Bir topluluga varinca neresi bos kalmissa oraya oturur, herkesin de öyle yapmasini emrederdi. Onunla oturanlarin hepsi de kendisinin Resûlullah yaninda en kiymetli oldugunu zannederdi. Bir kimse onunla oturur, yahut bir ihtiyacini arzetmek üzere ayakta konusmaya tutarsa onu sabirla dinler, o kimse ayrilmak istemedikçe Resûlullah birakip gitmezdi. Kim ondan bir ihtiyacini isterse onu yerine getirmeden yahut en azindan bu konuya dair münasip bir söz söylemeden birakmazdi. O herkesin derdini dinleyen sanki babalari idi. Herkes hakkin yerini bulmasi konusunda onun yaninda müsâvî idi. Meclisi hilim, hayâ, sabir ve emanet meclisi idi. Mecliste konusulan her sey itina ile muhafaza edilir, ifsâ edilmezdi. Onun ashâbi da birbirlerine saygili, üstünlükleri takvaya bagli, mütevâzi, büyüklerine saygi, küçüklerine sefkat gösteren, ihtiyaç sahiplerini kendilerine tercih eden, garibi koruyan isimlerdi.
Daima güler yüzlü idi. Muâmelesi insani hiç sikmazdi. Hareketleri yumusak idi. Ahlâki hiç incitici degildi. Sert ve kaba degildi. Yüksek sesle konusmazdi. Kötü söz söylemezdi. Kinayici, hata arayici degildi. Çok mizah yapmazdi. Istemedigi bir seyin üzerinde durmazdi. Ondan bir sey isteyen ümidsiz kalmaz, ondan hayir uman zanninda yanilmazdi.
Üç seyden kesinlikle kaçinirdi: Münakasa, çok konusmak, kendini ilgilendirmeyen seylerle ugrasmak.
Insanlar hakkinda da üç seyden kesinlikle kaçinirdi: Kimseyi yermezdi, kinamazdi, gizli hallerini arastirmazdi.
Sevabini umdugu seyler haricinde konusmazdi. Konusmaya basladigi meclisindekileri bir hal tutar, sanki baslarinda kus varmis gibi hareketsiz kesilirlerdi. O konusmaya basladigi zaman hepsi susarlar, o sözünü bitirmedikçe konusmazlardi. Onun yaninda hiçbir surette birbirleriyle münakasa etmezlerdi. Ona güldükleri seye o da gülerdi. Onlarin teaccüb ettikleri seye o da teaccüb ederdi.
Uzaktan gelmis bir kimsenin meselâ konusmasindaki bozuklugunu, anlatim noksanligini sabir ve müsâmaha ile karsilar, fakat ashâbi bu gibi durumlardan sabirsizlanirlar, o da onlara söyle buyururdu:
“Böyle bir ihtiyaç sahibini gördügünüz zaman ona yardimci olunuz.”
Övgüyü yerli yerince yapan kimse müstesna, bir övgü kabul etmezdi. Huzurunda konusan haktan kaymadikça sözünü kesmez, sabirla dinlerdi. Böyle bir kimsenin sözünü kesecekleri zaman ya sözle ikaz eder, yahut ayaga kalkardi.
Sükûtunun dört esasi vardi: Ilim, dikkat, takdir ve tefekkür.
Takdiri söyle idi:
Önce bir seyi bütün yönleriyle inceler, insanlardan duyduklarini degerlendirirdi.
Tezekkürü yahut tefekkürü kalici ve geçici özellikler üzerine idi. Hilim ve sabir Resûlullah’ ta daima beraber bulunur, onu öfkelendirmez, korkuya da düsürmezdi.
Dikkatinin dört esasi vardi: önce bir seyin en güzelini seçer, bunun da hem dünyada hem ahirette en güzel en güzel olmasina dikkat ederdi.
Bir seyin en güzelini seçmesi buna uyulmasi içindi. Çirkini birakirdi. Herkesin bunlardan vazgeçmesini isterdi. Ümmetinin en fazla hayrina olacak seyi arardi. Bunun da hem dünyada hem âhirette makbul vasifta olmasini gözetirdi.
Burada özetlemeye çalistigimiz yüksek ahlâk ve davranislar Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüksek ahlâk ve davranislaridir.
Bizim yolumuzun temeli Allah’in kitabiba ve Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in sünnet-i seniyyesine, yani yüksek ahlâk ve davranislarina bütünüyle uymaktir.
Bu yoldan istifadenin temel sarti budur.