BAYBURTLU CELALI BABA HAYATI 
Celâlî'nin adı Ahmet'tir. Bayburt'un Pulur (Şimdiki adı Demirözü) bucağına bağlı 
Talisini' (Ozansu) Köyû'nde dünyaya geldi (1850).-Kendisi bir şiirinde köyün 
adını anar: 
Zincirden boşandı Celâli ahım 
Yaktı Tahsını'yı vîrân eyledi 
Babası Abus, bu köyün Nasuhoğullan, annesi ise Kerimoğullan ailesindendir. 
Babasını küçük yaşta kaybetti. İki kardeş oldukları bilinmektedir. Küçük 
kardeşinin adı Kadir'dir. Dayıları tarafından büyütülmüştür. 
Celâli, 14 yaşlarında iken. Akkoyunlu Ferahşad Bey'in yaptırdığı meşhur Sünür 
Medresesi'nde öğrenim gördü. Burada, bilhassa Hacı Hoca lakabıyla anılan 
müderristen istifade etti: 
Hazâinin sır sandığın açanın 
Vâris-i enbiyâ kadri yücenin 
Nesli melek mahi Hacı Hoca'nın 
Yoluna baş u can koyanımız var 
Okuttu "elifi "dal" a yetirdi 
Bizi zenbûr gibi balcı yetirdi 
Nice mâlsızları mâla yetirdi 
Lâ'li şarâbında gümâmmız var 
Okuuıı tefsiri hem ilm-i âlet 
Yetişdi dersimiz buldu nihayet 
Dersini ebcetlendi durdu hitabet 
Bulak başlarında kalanımız var 
On yedi yaşında icazetname aldı. Tekrar köyüne döndü. Annesinden kendisine kalan 
miras hissesini istediyse de, dayısı ona rutubetli bir "merek" (saman ve tahıl 
anban), kıraç bir tarla ve küçük bir bostan verdi. 
Celâli, yokluk içinde geçimini sürdürmeye çalışırken, on dokuz yaşındayken 
köyünden evlendiği hanımını kaybetti. Kundakta bir de oğlan çocuğu kalmıştı. 
Şair, hanımı için yazdığı ağıtta, ona olan sevgisi yanında yokluk içinde 
geçirdikleri günleri de dile getirir: 
Ev bark etmek için tenli mereği 
Dizip koşmak için tepir eleği 
Şu gavdan yaptığın tecir tereği 
Divan-ı Bâri'yc yadigâr götür 
De ki Kadir Mevlâ'm bize ilişme 
Dünyâda sızıyan çıbanı deşme 
Celâli Baha'dan sorup söyleşme 
Bu dertli çobandan bir selâm götür 
Celâli, küçük çocuğunu kayın validesine bırakarak, Bayburt, Erzincan ve Elazığ 
yörelerini dolaştı. Pek çok şairle tanıştı. Bu ilk gezisinden sonra köyüne döndü. 
Bayburt Merkez bucağı Hindi köyünden Leyla adında bir hanımla evlendi. Leyla dan 
Bahri adında bir oğlu oldu. Şiirlerinde eşi Leyla'dan ve köyü Hindi'den söz eder: 
Hüblar yığnak etmiş aşk dîvânında 
Karyeler kadrini kıymet ederler 
Bir nazm-ı gazelde Hindi sânında 
Ehl'i ask olana minnet ederler 
Celâli bu tarih taşı Hindinin 
Hind'e bedel her kumaşı Hindinin 
Konağı aşçısı aşı Hindinin 
Cennette Rıdvan'ı hayran ederler 
Ne dedim darıldın gözlerim nuru 
Bugünkü sitemin dünden ziyâde 
Çektin asumandan delilin topunu 
Dehr ü zamanımda günden ziyâde 
Çekmiş gam kervanın yük tutmuş 
Leylâ Gözüne aldırmış pek ırakları 
Vardım ki oturmuş hicran köşküne 
Dağıtmış başından lıep çırakları 
Bir söze aldattı şeydâyı 
Leylâ Yedi yıl bekletti sahrayı 
Leylâ Bilmezdi Celâli Leylâ'yı 
Leylâ Sevdadır kaynatan bu nifakları 
Celâli, 1915 yılında köyünde vefat etmiştir. Kabri. Bayburt'tan Tahsını'ya giden 
yolun kuze-yindedir.Celâli'nin 
hayatıyla ilgili bilgilerimiz bundan ibarettir. 
Şairliği: 
Celâli badeli âşıklardandır. On dört yaşında çobanlık yaparken, bir kaya dibinde 
uyuklamış, rüyasında bir pir gelerek bileğine bilezik takmış ve ona Celâli 
mahlasını vermiştir. Ahmed, bundan sonra Celâlî mahlasıyla şiirler söylemeye 
başlamıştır. 
Rivayete göre, onun söylediği ilk şiir şudur: 
Bir peri aşkından dîvâne oldum 
Çağladı gözyaşını akıyor hocam 
Erenler şahından bir nâme aldım 
Dilim ezber etmiş okuyor hocam 
Pır destinden nûş eyledim bu âbı 
Anda açılmıştı aşkın kitabı 
Yegân yegân sor ki verem cenabı 
Bugün gam kervanım kalkıyor hocam 
İndim seyreyledim irem düzleri 
Kudretinden sürmelenmiş gözleri 
Oturmuş bir bölük huri kızları 
ibrişimden halı dokuyor hocam 
Bir yere cem' olmuş kırklar erenler 
Bir bakışta arşı kürsü görenler 
Devasız derilere derman verenler 
Her biri bir derse bakıyor hocanı 
Yakdı Celâli’yi bu aşkın nârı 
Sağ başda durmuştu kırkların piri 
içlerinde gördüm Horasan eri 
Hü çekende canlar yakıyor hocam 
Celâli, yukarıda belirttiğimiz gibi medrese öğrenimi görmüş bir şairdir. Onun, "Tahsilsiz 
bir şair yavan pilava benzer" sözü bu bakımdan anlamlıdır. 
Doğaçlama (irticâlî) şiir söylemekte çok yetenekli olan Celâli, hiç saz çalmamış 
tır. Bunda, aldığı medrese öğreniminin yanında, bağlandığı Nakşibendî 
tarikatinin de etkisi olduğu düşünülebilir. Ancak, çok sevdiği arkadaşı Mahmut, 
onun deyişlerini besteleyip okuyarak şöhretinin yayılmasında önemli rol 
oynamıştır. Şair, onun saz çalmasından memnun olmuş, hatta zaman zaman birlikte 
seyahat etmişlerdir. 
Genç yaşta ölen Mahmut hakkında yazdığı şiirler, Celâlî'nin ona olan sevgisini 
açıkça göstermektedir: 
Zülumat elinden pus aldı dağlar 
Mahmut bizim yerle kış mıdır şimdi 
Ölen öldü sen haber ver sağlardan 
Bilmem hayâl midir düş müdür şimdi 
Celâli bülbülü bahçe bârını 
Susamı sünbülü ayva nârını 
Medrese mescidin çâr divârını 
Yıkıp vîrân eden hoş mudur şimdi 
Sönmez Celâlî'nin bu aşk atası 
Çekilmez badesi kaynamaz aşı 
Mahmut gelmez elde değildir başı 
Benim ile gam yükünü çatan yok 
Gonca Jem açmadan bozuldu bağlar 
Bu ne gülsen bu ne bahçe bu ne bâr 
Bülbüller çığrışır çeşmi kan ağlar 
Bu ne sünbül bu ne lâle bu ne zâr 
Mahmut bu gün ustasını değişti 
Bizden uğrun uğrun badeler içti 
Sefinesi hicran gölüne düştü 
Bu ne yağmur bu ne rüzgâr bu ne kar 
Bana gam yutturdu zâti ezelden 
Aşkın cbccdlcdi çıktı tez elden 
Daha ders okumaz nazmı gazelden 
Bu ne nâmüs bu ne gayret bu ne ar 
Tcrk-i vatan etmiş dönmez ebedî 
Dost bağından nâr getirdim yemedi 
Bir Allah'a ısmarladık demedi 
Bu ne yaran bu ne yoldaş bu ne yâr 
Sundu Cclâli'ye bir zehr-i âbı 
Bizde garib kaldı aşkın kitabı 
Cç harj beş noktadan gördü hesabı 
Bu ne geliş bu ne gidiş bu ne kâr 
Celâli, şiirlerini genellikle hece vezniyle yazmıştır. Aruzla yazdığı az sayıda 
şiiri de vardır. Celâlî'nin bir divanı olduğu, 1. Dünya Savaşı sırasında 
Bayburt'un Ruslar tarafından işgali üzerine koylulerince Zile'ye götürüldüğü 
söylenmekteyse de, günümüze ulaşmamıştır. 1916-1918 arasında yaşanan Bayburt 
muhacereti sebebiyle şiirlerinin çoğu kaybolmuştur. Türk-Rus savaşı, Balkan 
savaşı ve Umumi harbe dair söylediği şiirler de bunlar arasındadır. 
Celâlî'nin şiirlerinden, zengin bir dinî-tasavvufî kültüre sahip olduğu 
anlaşılmaktadır. Mizahî şiirlerinde de oldukça başarılıdır. "Kalos, Batakçı. 
Yemekler ve Güzeller" konusunda söylemiş olduğu destanlar ölümünden sonra 
yayılan ve geniş bir çevrede tanınan şiirlerindendir. 
İlk hanımını kaybettikten sonra köyünden ayrılan Celâli. Bayburt, Erzincan ve 
Elazığ havalisini dolaşmış, pek çok şairle tanışmıştır. 
Celâli, Hemşehrisi Zihnı'den sonra Bayburt'un yetiştirdiği en ünlü ve yetenekli 
şairidir. Zihnı'den etkilenmiş, ona nazireler kaleme almıştır. 
Celâlî'nin Narmanlı meşhur Aşık Sûmmanî ile tanışması da onun şairlik gücünü ve 
şöhretini gösteren önemli bir olaydır. Söylentiye göre, Sümmânî Celâlî'nin 
şiirlerini duyup beğenmiş, ona bir mektup yazararak altı ay sonra ziyaretine 
geleceğini söylemiş. 1882 yılında, dediği gün Bayburt'a gelmiş. Celâli de aynı 
gün onu beklemektey-miş. İki şair, bir terzi dükkânında karşılaşmışlar10. 
Sûmmanî, Celâlî'nin kulağına şu kıt'ayı okumuş: 
Aşkın kervanım düzüp bezersin 
Sokakları adım adım düzersin 
Neden böyle miskin miskin gezersin 
Galiba sarhoşsun Baba Celâli 
Celâli de Sümmânî'ye şöyle karşılık vermiş: 
Aşkın kervanını düzüp bezettim 
Altı ay oldu ki yolun gözetdim 
Rüyamda görmüştüm seni benzetdim 
Hakikat sadıksın Baba Sümmânî 
Sûmmanı'nin şu manzum mektubu, onun Celâli ile münasebetinin daha sonra da devam 
ettiğini göstermektedir: 
Hazret-i Kıır'ûn'ı tilâvet ettik 
Hamd olsun yetişti hidâyetimiz 
Risâlct burcunun babına yeltih 
Açıldı ol bâbda dirayetimiz 
Gördüm Molla Cami açıldı eser 
İlme müştak olan gezer mi serser 
Mevlâm imameti kılsın müyesser 
Budur leyi û nehâr mûnûcâtımız 
Üstadım Hoca'dır himmeti hazır 
Muhabbet bahrinde misli lû-nazir 
Fârisî ilminde olmuştur vezir 
Himmetiyle açtı zekâvetimiz 
Hafız Rcşid armağandır adımız 
Hurûj-ı imlâdır her kûşâdımız 
Huda memur etsin bu mezadımız 
Kalmamış gönülde dalâletimiz 
Hafız gider isen Bayburt şehrine 
İnşallah dalarsın ilmin bahrine 
Sümmanî'den selâm "Aşkın nehrine" 
Tapşır Celâli ye emânetimiz 
Celâli, çevresindeki birçok şairi etkilemiştir. Bu şairlerin başında Bayburtlu 
Aşık Hicranı (1908-1959) gelmektedir. Hicrânî'nin Calâli'ye söylediği 
nazirelerden iki örnek şudur: 
Celali: 
Çekmiş gam kervanın yük tutmuş Leylâ 
Gözüne aldırmış pek ırakları 
Vardım ki oturmuş hicran köşküne 
Dağıtmış başından hep çırakları 
Mecnûn gözyaşına derya dedikçe 
Her katresi birden Mevlâ dedikçe 
Sevda çöllerinde Leylâ dedikçe 
Arşa direklcnmiş aşk ocakları 
Bir söze aldattı şeydâyı Leylâ 
Yedi yıl bekletti sahrayı Leylâ 
Bilmezdi Celâli Leylâ'yı Leylâ 
Sevdadır kaynatan bu nifakları 
Hicrânî: 
Vardım dost bağına el çekmiş bağban 
Dolanmış bülbülün dert ortakları 
Ah çeker sünbüllcr çiçekler vîrâıı 
Har ile horlanmış gül budakları 
Düşünüp cânânı getirdim yada 
Dostum geldi diye vermedi şada 
Kırıylıp kaseler döküldü bade 
Köşe bucak olmuş el tabakları 
Baykuşlar oturmuş hicran köşküne 
O dilber bakmadı garip düşküne 
Eğilip yüz sürdüm yâr eşiğine 
Belki değmiş ola gül ayakları 
Bad-ı sabâ götür o Leylâ yara 
Köşesinde otur kalbini ara 
Sor ki meyil verdi bizden ağyara 
Nasıl gördün söyle bu ilhakları 
Hicrânî'ycm duydum yaman hallann 
Yedi yıl gözledim Halep yolların 
Dağıt kalbindeki kıyl u hâllerin 
Günbegün artmakla bu merakları 
Celâli: 
Karadeniz olsa âşıkın aşkı 
Yüksektir yaylamız coşamaz hurda 
Bir yiğit ne kadar kahraman olsa 
Karlı dağlar vardır aşamaz hurda 
Lutf eyle sevdiğim sana yazıktır 
Sen bir dilbersin ki menendin yoktur 
Bâr veren ağacı ırlayan çoktur 
Keserler kökünden yaşamaz burla 
Ccdânın vârisi beylerdir dersem 
Cenneti hacıya hocaya versem 
Yolun doğrusunu nasa göstersem 
Derler ki Celâli yaşamaz burda 
Hicrânî: 
Tellal olup gezse kahraman-ı aşk 
Ağırdır mctaım satamaz hurda 
Altın kantar gümüş çengel takılsa 
Cebel-i Lokum var tartamaz burada 
Kerem kıl sevdiğim peçeyi kaldır 
Bilinmez kıymetin sarrafın boldur 
Karanfil aşlasan derler çalıdır 
Çürütür toprağı tutamaz hurda 
Hakikat yolunu nasa dünyada 
Müstakim babından göstersin yada 
Konup gül dalına versem hop şada 
Derler ki Hicrânî ötemez hurda 
Rivayete göre. Celâlî'nin söylediği son şiir şudur: 
Nedir bu sevdalar serde ilâhî 
Ben yanarım ağlayanım el oldu 
Hicran döşeğinde müşkil hâlim var 
Ağlamaktan dîdelerim kan oldu 
Kavim kardeş yüz çevirdi yanımdan 
Daha sormaz oldu ad u şanımdan 
O kadar usandım tatlı canımdan 
Her bir günüm bana birer yıl oldu 
Sâk'ı son camından verdi zülâlım 
Kazındı deflerim doldu zevalim 
Gelsin o vefasız hclâllaşalım 
Bugün Cclâli'ye gel ha gel oldu 
Tarikatı: 
Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Celâlî'yi Bektaşî mensubu gösterdikten başka, 
gençliğinde ulemâ sınıfı tarafından Kızılbaşlıkla itham edildiğini de söylüyor. 
Abdulbaki Golpınarlı da onu Bektaşî şairleri arasında değerlendirir. Fahrettin 
Saltkan, mahalli araştırmalarına dayanarak bu görüşü reddeder. Hikmet Dizdaroğlu 
de onun kesinlikle Alevî veya Bektaşî olamayacağını belirtir. Sadettin Nüzhet 
ise, Şâh-ı merdândan ve Horasan erenlerinden söz eden şiirlerinden hareketle, 
onun, bir tarikate. muhtemelen Kadirîliğe mensup bir şair olabileceğini düşünür. 
Araştırmacıları bu konuda yanıltan bir husus, şairin "Baba" lakabıyla 
anılmasıdır. Celâli ile Sûm-mânî'nin birbirlerine Celâli Baba, Sûmmânî Baba 
şeklinde hitap etmeleri, bu "Baba" kelimesinin tarikat kültüründen ziyade, 
mahalli bir hürmet ifadesi olarak kullanıldığını göstermektedir. Şair, bir 
şiirinde bundan rahatsız olduğunu belirtir: 
Bir kuru dâvada olmuşsun sebâ 
Geceler subha dek çalarsın hebâ 
Şöhreti dillerde Celâli Baba 
Bu ad bize bühtan olsa gerehdir 
Halbuki, Celâlî'nin Nakşibendî tarikatina bağlı olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir. 
Celâlî'nin tarikate intisabı şu şekilde olmuştur : Nakşibendi şeyhi Muhammed 
Beşir Erzincani (k.s), yanında bir grup dervişi ile birlikte Tahsım'ya gelmiştir.* 
Bunlar arasında, Muhammed Beşir Efen-di'den sonra yerine geçen Dede Paşa 
Hazretleri de bulunmaktadır. O, Celâlî'nin intisabını şöyle anlatır: 
"Hazret-i Pir, Tahsını'yı teşrife karar verince birkaç ihvandan ibaret bir 
kafileyle refakat etmeye başladık. Yolda, ne hikmetse, Hazret-i Pir'in atı bir 
türlü yürümedi... Gençlik âlemi, tüfek ata olan merakını sebebiyle o zaman 
kırmızı altın liraya aldığım o havalide bir eşi daha bulunmayan cins atımı hemen 
takdim ederek, nefsim de yürümemekte ısrar eden ata bindim. Ne hikmetse Hazret-i 
Pir'in altında yürümeyen bu at, inadı bırakarak onu takibe başladı... Tahsını'da 
büyük bir alâka ile karşılandık... Çok kimseler el ve himmet aldılar. Bu esnada, 
Celâli de ziyarete geldi. Mecliste beş dakika kadar sükût hâli hâsıl oldu. 
Hazret-i Pir ile Celâlî'nin ikisi de murakabeye vardılar... Bir müddet sonra 
Hazret-i Pir: 
-Celâli, bizden el alsan iyi olur., diye buyurun-ca, Celâli iftiharla: 
-Ben el almışam, karşılığını verdi. 
Sabahleyin, Celâlî'nin tepetaklak düşüp hastalandığını işittik ve bir müddet 
sonra Tahsını'dan ayrıldık. 
Aradan kırk gün kadar bir müddet geçtikten sonra, Celâlî'den bir mektup alan 
Hazret-i Pir: 
Dede, haydi Tahsını'ya dönüyoruz buyurmuş ve sür'atle hazırlanıp acele ile köy 
meydanına ulaştığımızda, 
Celâli: 
Durun üftâdeler istikbâline 
Velayet tahtının sultânı geldi 
Dest uzadın lâl-i lebin balına 
"Ledunni" ilminin irfânı geldi 
Habib-i Kibriya'nındır bu dergâh 
Kâsem olsun inan vallahi billâh 
Neden münkir olalım Allah Allah 
Sultân-ı enbiyâ vârisi geldi 
diye başlayıp devam eden; göz ve gönül perdelerinin kaldırılması üzerine açıkça 
görmeye başladığı velayet kemâllerini nazmeden meşhur şiirini irticalen okumuş 
ve bu büyük mürşide bağlanarak o gün manevî nimetine ulaşmıştır... 
Celâli, ani hastalığında, kırk gün yiyip içmeden yatmış, vücûdu eriyip ufalmış, 
yakınları ümidi keserek cenaze hazırlığına başlamışlar... Kırkıncı günü 
birdenbire doğrularak: 
Beşir Efendi Hazretlerinden haberiniz var mı? Bana kalem kâğıt getirin diye iç 
yakıcı bir mektup vazarak özel olarak Hazret-i Pîr'e göndermiş ve hastalığını 
şöyle anlatmıştır: 
Kırk gündür beni azaba tuttular... Yiyip içmeme, konuşma ve hareketime mâni 
olmalarında ayrı, her gece önüme bir çuval dolusu dan koyarak, Haydi bunu say" 
diye zorlarlar, yüzbinlerce küçük daneyi sayarken yaptığım bir yanlış üzerine de 
yeniden "Haydi bunu say" diye karşı konması imkansız bir azap ve çileyi tekrar 
edip dururlardı..." 
Celâli. Beşir Efendi Hazretlerinin manen tecellisine kadar bu tarifsiz azabın 
devam ettiğini belirterek Hazret-i Pir'in eliyle işaret edip "kalk.kalk" 
demesiyle de hiç rahatsızlık çekmemişim gibi, bu acaib hastalık geldiği şekilde, 
yine birden bire zayi' oluvermiştir... 
Dede Paşa Hazretleri, sohbetinin devamında; Hızır Aleyhisselâm'la her gün 
konuşan bir zatın bile mûrşitsiz kemâle kavuşamayacağı ifade eder ve ir-şad etme 
selâhiyetinin, Kur'an, ilim, Hızır, melek veya başka bir vasıtada bulunmadığını, 
bu yüce vazifenin ancak ve ancak mürşitlerin kân olduğunu, sadece velayet 
kemâli'nin ve veraset şerefinin bu işin tek Lokmanı bulunduğunu ifade ile başka 
türlü konuşanların hepsinin de aldanmış ve yanılmış kimseler olduklarım; 
Zahirde, şeriat ve sünneti ikmal edenlere bir mürşidin manen sahip olup irşâd 
etme selâhiyet-lerini kullanmak sureliyle kemâle ulaştırdıklarını, böylece irşâd 
olanlara Ûveysi denildiğini belirterek istisnasız her hâl ve şartta: 
"Mûrşitsiz müşkil hallolmaz..." buyurup Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin şu beytini 
okumuştur: 
Gör ol şeyhsiz gidenleri 
Kimi mülhid kimi dehrî 
Olma Cebrî yâ kaderi 
Zinhar şeyhe eriş şeyhe 
Şeyhi: 
Celâli bir müddet daha yaşasaydı, çok yüksek makamlara ulaşabilirdi, demiştir.
- Ayrıntılar
- Kategori: Celali Baba Divanı
- Görüntüleme: 24752
