Page 14 - Dosta Doğru Dergisi 8. Sayı
P. 14

Sûfî, Şakık-ı Belhî, Câbir b. Hayyân, Ebû    doğdu. Bu aşkın güzelliğini Ay, Güneş
Süleyman Dârânî gibi mutasavvıflar           ve Zühre yıldızında sembolleştirdiler.
ikinci zikir halkasını oluşturmuşlardır.     Türklerin yukarıda bahsettiğimiz bu din
Hasan-ı Basrî geleneği Suriye’de Ebû         inanç ve felsefesi, İslam ile tanıştıklarında,
Süleyman Dârânî, Mısır’da Zünnûn-i           İslam inançlarının kendilerine pek yakın
Mısrî, Bağdat’ta Hâris Muhâsibî gibi         bir inanç sistemi olduğunu görmelerini
sûfîlerle temsil edilmiştir. Zünnûn-i Mısrî  sağlamıştır. Türkler 10. asırdan itibaren
“mârifet” konusuna değinen ilk sûfîdir.      Müslüman olmaya başladıklarında eski
Bu sırada Horasan’da Bâyezîd-i Bistâmî ve    inançlarındaki “muhabetullahı” yeni
Şakık-ı Belhî, Bağdat’ta Cüneyd-i Bağdâdî    inançlarının merkezine koymuşlardır.
tasavvufî hal ve makamlardan ilk söz eden    Bununla birlikte bu muhabbetullah
sûfîlerdir.                                  kavramının içeriğini “yaradılmışı
Râbiatü’l-Adeviyye ile başlayan Allah        seveceksin Yaradandan ötürü” ifadesindeki
sevgisine (muhabbetullah) dayalı tasav-      gibi genişleterek tüm mahlûkata şamil
vuf anlayışı Bayezid-i Bistâmî, Hallac-ı     kılmışlar ve Hz. Peygamber başta olmak
Mansûr ve Ebubekir Şiblî gibi sûfîlerle      üzere, hulefa-i raşidin, ehl-i beyt, eshab-ı
devam etmiştir. İlk sûfîler Allah sevgisini  kiram, tüm enbiya ve evliya sevgi
ifade ederken genellikle “muhabbet, habîb,   çemberine alınmıştır. İşte bu sevgiye dayalı
mahbûb” gibi kelimeleri kullanırken,
sonrakiler “aşk, âşık, mâşuk” kelimelerini
kullanmışlar, böylece “ilâhî aşk” kavramı
doğmuştur. Ahmed Gazzâlî, Ferîdüddin
Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ab-
durrahman-ı Câmî, Yunus Emre ilahi aşk
kavramını işleyen sufilerdir.
Türkler ve Tasavvuf: Türkler 8. yüzyıldan
itibaren İslâm ile tanışmaya başlamıştır.
Türkler İslâm dinine girmeden önce
“Gök Tanrı (Tengri)” dini denilebilecek
bir dine inanırlardı. Bu dinde ulûhiyet
gökteki Tanrıya aitti ve bu âlemde hiçbir
şey yok iken bir tek O vardı. O güzellik
idi ve her şeyi duyan, gören, ilm-i ezel
sahibi, hüsn-i mutlaktı. İnanca göre bu
Tanrı bir gün güzelliğini bir an tecelli
ettirdi; böylece bir anda bütün âlemler
meydana geldi. Denizler, karalar, nebatlar,
insanlar, çeşitli mahlûkat yaratıldı.
Bütün mevcudat bu güzellikten doğdu.
İnsanların içinde bazıları bu güzele âşık
oldu, böylece Cemalullaha muhabbet

Dosta Doğru - Ağustos - 2015                                                                 13
   9   10   11   12   13   14   15   16   17   18   19