Page 292 - Gülden Bülbüllere 5 - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 292

Tasavvuf Sohbetleri 5                                   287

            “Senurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene
                           3
          lehum ennehul hakk ” ayet-i kerimesi insanların kalbinin büyüklü-
          ğü hakkında varit olmuş, inzal olmuştur.
            Tabii ki insanın kalbi açılırsa bu sefer de bir ağacın çekirdeği
          patlayıp  içindeki  hakikatini  meydana  çıkarıyor.  Şimdi  o  ağacın
          çekirdeği  içerisinde  bu  ağacın  kökü,  gövdesi,  dalları,  yaprakları,
          meyvesi  hepsi  mevcuttur.  Ama  çekirdeğin  içerisinde  bunlar  gö-
          rünmüyor. Ama o çekirdek patlayınca, büyüyünce, onun erbabı da
          hizmet görünce, maharetini meydana koyuyor.

            Muhakkak Cenâb-ı Hakk kalpte de böyle bir maharet halk et-
          miştir. Ama bu kalbi açan kimdir? Kalbi Nurullah,
                 Türlü nimetler verir layık değilsem de ben

                 Gönderir mîmârını tez tez bu dil-i vîrânıma
            Mimar imar edendir. Dil-i viran kalbidir.
            Yani harap olmuş, mülevves olmuş, kirlenmiş, paslanmış kalbi-
          ni ne yapıyor? Tez gelip imar ediyor. Nedir bu? Rabıta nurudur.
          Çünkü kalbi imar eden rabıta nurudur.
            Evliyaullah’ta  iki  nur  var:  zahir  ve  bâtın,  rabıta  nuru,  velayet
          nurudur. Rabıta nuru zahir görünüşü, zahir cismidir. Onda zahirde
          görünen ahlâkı veyahut da hareketleridir.

            Onun için biz rabıta ile zahirini hayal ediyoruz. Bundaki mak-
          sadımız onu unutmayalım. Hayal olursa insan unutmaz.
            Nakşibendi Efendimiz’in emri: “Bizi taklit edin ki unutmayası-
          nız.”  Bu  amel,  bu  teveccüh  Nakşibendi  Efendimiz’in  amelidir.
          Ama biz işte taklit ediyoruz. Allah’a şükür, taklitten tahkike geçe-
          ceğiz.
            Ne  yapacağız?  Biz  de  onlar  gibi  yapmaya  çalışacağız.  Yapa,
          yapa, ahiri neyse bundan tahkik, hakikat doğacaktır. Doğmaması-
          nın imkânı yoktur.



          3    Fussilet, 41/53.
   287   288   289   290   291   292   293   294   295   296   297