Page 59 - Gülden Bülbüllere Tasarruf - Abdurrahim Reyhan Erzincanî
P. 59

Tasarruf                                                 47

          bir vesait yok, hayvanlarla sepetleri götürüyorsun. Şehre götürdüğü-
          müz zaman adam yüzüne bakıyor, üstündeki salkımı kaldırdığı za-
          man altındaki nasıl has çıkıyorsa hemen sarılıyordu. Herkesin yap-
          tığının tam tersi. Domates ekiyordu, o zaman kasa çıkmıştı. Öyle bir
          hafifliği var ki. Şimdi kasayı bir kıpte düzüyor, dersin elekten geç-
          miş. Ondan sonra düzüyor. Bir tane kalmış, onu koyuyor büyük ge-
          liyor, onu koyuyor küçük kalıyor. Üstüne hemen oradan kalkıp gidip
          oraya göre uygun domates bulup getirecek ve onu oraya koyacak.
          Üzümünde de aynı kasalara tutuyor, istediğin gibi tutuyor. Ondan
          sonra şehirde bir isim yaptı. Şimdi artık daha “Hocaoğlu” “Hoca-
          oğlu, daha domates var mı, üzüm var mı?” Çünkü bütün esnafa ve-
          riyor, hemen gidiyor. Başkalarınınki orada bekliyor bir gün, üç gün
          satılmıyor. Onunki hemen gelir gelmez havada dağılıyordu.
            Tabii çok zordu. Erzincan’ın geliri yoktu, maaş yok, bir şey yok.
          Abdurrahim Efendi, hayvana köyde yetiştirdiği yükü koyup pazara
          götürüyordu. Hayvanların sırtında en çok 60-65 kilo sepetlere üzüm
          koyuyordu. Mesela Tercan’ın Hunlar bölgesine gidiyordu. Akşam-
          dan çıkıyorlardı iki gece bir gündüzde ancak varıyordu. Orada bun-
          ları satıyor, ama Abdurrahim Efendi gittiği zaman köylü sattığı mala
          bir hücum ediyordu ki Abdurrahim Efendi’nin malı hiçbir gün çürü-
          müyor, iki gün sürmüyor hemen bitiyordu. Abdurrahim Efendi dö-
          nüp geliyordu.
            Ekmeğin yerdi karasını, ekmeğin kenarından köşesinden karasını
          kurasını kendi yerdi, has yerlerini önümüze sürerdi. Yemek yediğim
          zaman muhakkak yemeğin dibinde lezzetli bir şey olursa, sonunu
          önüme sürerdi. “Sen yemedin sen ye. Sen az yedin kardeş, sen ye.”
          Hani işte çalışıyoruz, geliyoruz, yorgunuz. Hakikaten de o zamanlar,
          yani her iş insan gücünde, hep elden geçiyordu. Araç gereç yoktu o
          zamanlar. Vesait yoktu ki zaten olsun.
            Bir defasında güzün zamanı Erzincan’a ihtiyaç görmeye gidiyo-
          ruz. Ben de daha çocuğum, ortaokula gidiyorum. Mübarek öyle eline
          almış listesi var. İşte rahmetlik anama pabuç, geline entarilik, öte-
          kine gaz, tuz, şeker ne ihtiyaçsa alınacak. Kış ihtiyacı görüyorsunuz,
          kışın kar kapandı mı vesait yok, şehre gidip gelemiyorsun. Gittik
          şehre. Bir şeylerimiz vardı, sattık. Sonra ihtiyaçlarımızı aldık. Yedi
   54   55   56   57   58   59   60   61   62   63   64