Page 62 - Gülden Bülbüllere Tasarruf - Abdurrahim Reyhan Erzincanî
P. 62

50                                          Gülden Bülbüllere

            Şimdi tabii haddimiz değil! Gelmiş geçmiş meşayihlerin hepsi-
          nin mertebesi büyük, hizmetleri de büyüktür. Ama  Abdurrahim
          Efendim’in hâli başkaydı. Mesela ben mübarek Dede Paşam’a ka-
          vuştum. Mütevazılığında belki onun ayarında (olan hiçbir kimse şu
          ana kadar) Benî Adem’den dünyaya gelmemiştir. Şah Dedemiz’in,
          Paşamız’ın mütevazılığı çoktu. Alçak gönüllü, mütevazı birisiydi.
          Ama  Abdurrahim  Efendi  daha  çok  fedakârdı.  Abdurrahim
          Efendi’nin ihvana karşı ilgilenmesi bir başkaydı.
            Abdurrahim Efendim, çok ciddiydi ve gelmiş geçmiş meşayihle-
          rin içerisinde -belki hataya düşmeyiz inşallah ama- onun kadar ca-
          nını vermeyi ahdeden yoktu. Evet, varis-i enbiyadır meşayihlerimiz.
          Ama Resulullah Efendim’iz nasıl ki bütün “ümmetim” diye canını
          feda etmişse o da bütün “ihvanım” diye canını vermeyi ahdetmiştir.
            Katiyen ser verip sır vermemiştir. Yani canını vermiştir, sır ver-
          memiştir. Çok sır muhafaza eder, kimseyle kimsenin bir şeyini pay-
          laşmazdı.  Mesela bizim  bildiğimiz ihvanın  çoluğuyla,  çocuğuyla,
          annesiyle, hastalığıyla, her şeyiyle, herkesle ilgilenirdi.
            Hani, çok fedakârdı dedik.  Şöyle ki hasta hâlinde şahit olduğum
          ayakta duramaz, konuşamaz bir hâli varken ben de ona saygılıyım,
          yerinde konuşuyorum. Diyorum ki:
              ˗  Efendim, istirahate çekilin, yoruldunuz!
            Yüzüme bakıyor, ondan sonra biraz duruyor, biraz daha meşgul
          oluyor. Bir daha söylüyorum, ikinci defa söylüyorum. “Tamam, ta-
          mam.” diyor, kalkıyor, istirahate gidiyor.
            Ama doktorlar diyor ki, “Bunu topluma çıkarmayın, konuştur-
          mayın.” Hasta, ayakta duramıyor. Yani konuştuğu zaman çok acil
          hasta oluyor. Efendim hiç bakmıyor, yine soruyor ki, “Mehmet gel-
          din mi?”, “Baban nasıl?”, “Hasta baban vardı”, işte “Oğlun oku-
          yordu, bacın bilmem nereye gitmişti!” Hâlen şeceresini, yani sülale-
          sini sayıyor, onlara nasihat ediyor, dua ediyor. Tabii kimse bir şey
          diyemiyor, biz acizane söylüyoruz. Bir gün hatme bitti, namaz kı-
          lındı, “Efendim, sen istirahate çekil, yoruldun.” dedim. Tamam di-
          yordu. Ama bir defasında da nasıl olduysa “Biraz da beni serbest
          bırakın. Adam ta Kars’tan gelmiş, hasta babası var! İşte onları sor-
          mayım mı?” dedi. Ben daha gerisini size bırakıyorum.
   57   58   59   60   61   62   63   64   65   66   67