Page 123 - Gülden Bülbüllere Tasarruf - Abdurrahim Reyhan Erzincanî
P. 123

Tasarruf                                                111

          bildi onu. Eşikte, çok kısa bir süre, belki ancak birkaç saniye bekle-
          diler.  Birden,  bütün  bir  geçmişi  yok  olmuştu  sanki.  Bütün  ömrü
          önemsiz ayrıntılardan ibaret bir hâlde silinip gitti, buraya kendisini
          getiren arkadaşlarını, niçin buraya geldiğini, nasıl geldiğini unuttu,
          ancak bir bakışta tanıdığı o insana yakın olabilmek için içinde ta-
          nımsız bir istekle ona doğru sürüklendiğini duyumsadı, bilinçle ve-
          rilmiş bir kararla olup bitmediğinin farkındaydı: ellerine sarılmıştı,
          besbelli öpmek istiyordu. Ama bu isteğine engel olundu, sarıldığı
          eller ustaca geriye çekildiler, omuzlarından sırtına doğru kaydılar ve
          sırtını sıvazladılar.

            Misafirler üçer beşer kişilik kümeler hâlinde bir araya gelmişler,
          kendi aralarında konuşuyorlardı. Kendisi az önce onun yaptığı soh-
          beti  hatırlamaya  çalışıyor,  belleğini  alabildiğine  zorlamasına  rağ-
          men aklına bir tek kelime bile gelmiyordu. Ne söylemişti? Ne ko-
          nuşmuştu? Çıkartamıyordu. Yalnızca dimağında deniz dibi ışıkla-
          rına benzeyen, biçimlenmemiş bir lezzet kalmıştı, öyle sanmak isti-
          yordu.

            Kendisini buraya getiren arkadaşı salonun kapısında duruyordu.
          Yaklaştı ve “Nerede?” diye adeta fısıldadı. Arkadaşı gülümseyerek
          bakıyordu ona. “Ders veriyor” dedi kısaca. Ders mi? Ne dersi? Niçin
          burada, herkesin önünde vermiyordu dersi? Niçin herkes yararlan-
          masın?  Sormak  istiyordu,  bir  sürü  şey  vardı  öğrenmesi  gereken.
          Ama hiçbirini yapmadı. “Ben de alabilir miyim?” diye sordu sadece.
          Arkadaşı, güleç yüzüyle bileğini sıkıca kavramıştı bile, kısa bir ko-
          ridor geçtiler, bir kapıyı yavaşça itip açtı: Oradaydı! Beklediği, dü-
          şündüğü gibi ders vermiyor, bir şey anlatmıyordu.

            Dizlerinin  üstünde  oturuyordu. Kendisinin  kapıda  durduğunun
          nerdeyse farkına bile varmamıştı denebilir. Hayretle, şaşkınlıkla ba-
          kakaldı. Ama aynı anda onun önüne gidip dizlerinin dibine diz çök-
          mek için amansız, karşı konulmaz bir istek yanıp tutuştu. Gerisini
          düşünemedi. Şimdi, dizleri onun dizine değecek biçimde, daha önce
          hiç tatmadığı bir mahviyet duygusuyla kendisini onun önünde diz
          çökmüş otururken görüyordu. İyi  mi etmişti? Düşünerek mi yap-
          mıştı? Böyle bir şey yapmak istemiş miydi? Hiçbir şey bilmiyordu.
   118   119   120   121   122   123   124   125   126   127   128