Page 177 - Gülden Bülbüllere Tasarruf - Abdurrahim Reyhan Erzincanî
P. 177

Tasarruf                                                165

            İncek’teki inşatta çalışırken devamlı orada yatar kalkardım. Ta-
          lebeler de tekkede kalıyorlardı. Sabah namazlarına giderdim, talebe-
          leri böyle “Allah” diye cezbeyle uyandırırdım. Efendim sabah na-
          mazına çizgili pijamalarıyla gelir, cübbesini giyerdi. Yine bir gün
          ders  çekmemişiz,  geç  kalmışım.  Sabah  namazını  kıldık.  Efendim
          odasına geçti. Neredeyse gün doğacak, hemen ders yapmaya otur-
          dum. Gözlerim yumuk, yirmi beş estağfurullah çektim. Bir de bak-
          tım ki Efendim sanki gerçekmiş gibi maneviyatta gelmiş, yanıma
          oturmuş! Gül bahçesindeyiz  ve kuşlar ötüşüyorlar. Efendim daha
          sonra çiçeklerle dolu güzel bahçeler gösterdi. Gözümü açsam ya-
          nımda olmayacak! Böyle aynı bir rüya görür gibi, ama rüya değil de
          ona benzer bir şey oldu. Efendim’e yöneldiğim zaman merhametiyle
          her yeri kaplıyordu.
            Efendim çalışırken de müsrifliği sevmezdi. Perde kalıplarıyla be-
          ton atarken düşen betonları eliyle alır, kalıba koyardı. Bir gün akşam
          namazı  öncesiydi  ve  cemaat  de  çoktu,  belki  50-60  kişi  vardı.
          Tekke’nin dışında çevre düzenlemesi yapılıyordu. Kimisi kürekle,
          kimisi avucuyla çalışıyordu. Ben ise çalışmıyor, Efendim’in yanında
          böyle görevli gibi duruyor ve elimde bir sürahi ile su isteyene su
          dağıtıyordum.  O  gün  Efendim’le  akşam  namazını  kıldık,  peşine
          yatsı namazını kıldık. Efendim aynen hacda Müzdelife’de akşam ile
          yatsı  namazının  birlikte  kılınmasına  benzer  bir durumu  dergâhta
          bize yaşatmıştı.
            Efendim bazen elinde bastonla dışarı gelir, dergâhın karşısında
          Amasyalı  Mehmet’in  veya  İsmail  Hoca’nın  evini  ziyaret  ederdi,
          dergâha komşu olan evlere de nazar ederdi.
            Efendim makamında otururken gözleriyle milleti şöyle bir süzer,
          onların kalplerine nazar eder, gönüllerini yoklar ve milleti coştu-
          rurdu. Oradakilerin kimisi ağlar, kimisi bağırır, kimisi de kuş gibi
          çırpınırdı. Efendim böyle konuşmadan yarım saat durur ve birisi bir
          gazel söylendikten sonra sohbete başlardı. Sohbet bir iki saat sü-
          rerdi. Efendim’in o nazarları çok hoşuma giderdi.

            Efendim beni “sensiiiiin, sensiiiiin, Allaaaaah” diye bağırtırdı.
          Bir gün  “Niye  bağırıp  döküyorsun?  Atın  şunu  dışarı!  Ne  bağırıp
          ‘sensiiiiin, sensiiiiin’ diyor?” dedi. Beni tutup atacaklar sandım, ama
   172   173   174   175   176   177   178   179   180   181   182