Page 313 - Gülden Bülbüllere Altin Silsile - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 313

Gülden Bülbüllere

          rum. Bir anda altı cihet lafza-i celalle doldu. Bunlardan hâsıl olan
          nurun içinde kaldım. Vücudum yok oldu. Lafza-i celaller de yok
          oldu. Bu nur deryasında ne kadar kaldım bilemiyorum.
            Bu  arada  Paşa  Hazretleri  ile  sayısız  defalar  bir  araya  geldik.
          Hatta  bir  defasında,  uyku  ile  uyanıklık  arasında  iken  Paşa  Haz-
          retleri geldi. Ön iki dişini tepemden başıma geçirdi. Vücudum yok
          oldu, Paşa Hazretleri de yok oldu. Artık biz Paşa Hazretleri olmuş-
          tuk.  Paşa  Hazretleri  ile  buna  mümasil  (benzer)  pek  çok  beraber-
          liklerimiz oldu.
            Bir gece yatsı namazından sonra yatağa girdim. Henüz uyuma-
          mıştım.  Birden  hayretle  müşahede  ettim  ki  etrafımdaki  her  şey,
          bütün  eşya,  mekân  Allah’ı  zikrediyor.  Bütün  dünya  bir  levha
          hâlinde  önüme  getirildi.  Dağlar,  sular,  denizler,  ağaçlar,  bütün
          canlı  ve  cansız  mevcudat  açık  bir  lisanla  Allah’ı  zikrediyor.  Bu
          arada bizim vücudumuz da o kadar büyüyor ki bir vehme, bir kor-
          kuya düşüyorum ve derhâl mübarek Paşa Hazretleri’nin velayetine
          sığınıyorum. Bizim bulunduğumuz yerin karşısına düşen dağda bir
          şelale  vardır.  Şelaleden  akan  su  bir  dere  oluşturarak  bize  doğru
          akar. Açık şuurumuzla müşahede ediyoruz ki Paşa Hazretleri’nin
          vücudu  o  dere  yatağından  çıkıyor,  Erzincan  ovasını,  memleketi,
          bütün  dünyayı  dolduruyor,  ihata  ediyor  ve  büyüye  büyüye  bize
          doğru geliyor. Tam bize temas edince bizim vücudumuza geçiyor
          ve kayboluyor. Neden sonra kendimize geliyoruz.
            Bir gün öğle ile ikindi arası, Hanzar köyündeki Ekrem Ocaklı
          Bey’in konağında idik. Paşa Hazretleri başına bir çeşit hâller gelen
          bir kişi ile meşgul bulunuyor ve bu arada bir somyanın üzerinde
          oturuyordu. Vücudu birden öyle büyüdü ki iki kaşının arasındaki
          mesafe mağrib ve maşrık’ı (batıyı ve doğuyu) yuttu. Bu mesafeyi
          görmek, idrak etmek imkânsız. Bunu apaçık, bu zahir gözümüzle
          gördük.
            Bunların hiçbirinden Paşa Hazretleri’ne bahsetmedik. Zira her
          şeyin ondan olduğuna, bu hâlleri onun da benimle birlikte yaşadı-
          ğına,  hiçbir  şeyin  onun  bilgisi  dışında  cereyan  etmediğine  öyle
          itikadım vardı ki bundan kendilerine bahsetmek lüzumsuz ve abes
          olurdu.
   308   309   310   311   312   313   314   315   316   317   318