Page 315 - Gülden Bülbüllere Altin Silsile - Abdurrahim Reyhan Erzincani
P. 315

Gülden Bülbüllere

          sonra  artık  bir  daha  peşimden  gelemeyip  kayboluyor.  Bu  arada
          geçtiğim arazi, köyler ve görülen her şey altından yapılmış vaziyet-
          te. Veysel Karani Hazretleri’nin dergâhına varıp bir de bakıyorum
          ki o güne kadar hiç gidip görmemiş, hiç tanımamış olduğum Aşağı
          Lori  Köyü‘nün  meydanı  ve  Paşa  Hazretleri’nin  konağı.  Emaneti
          oraya teslim ediyorum. Köy, meydan, konak ve bütün arazi altın-
          dan.

            Hâl  olarak  gayet  net  ve  canlı  gördüğüm  bu  zuhurattan  sonra,
          merak ederek heybe ile geçtiğim yerleri görmek için hususi olarak
          yaya  ve  yalnız,  zahirde  ve  bedenen  gezerek  tetkik  ettiğimde,  hâl
          içinde altından yapılmış olarak gördüğüm bütün arazi, köy ve çev-
          relerin  aynen  o  boyut ve şekillerde  fakat  toprak  ve  taş  olarak  ve
          tabii vaziyetinde olduklarını, Paşa Hazretleri’nin köyü ile konağı-
          nın da köyün ortasında ve o meydanda aynı şekilde ve surette bu-
          lunduğunu müşahede ettim.
            Bir  defasında  Paşa  Hazretleri  başıma tarifi mümkün olmayan,
          dünyada emsali görülmemiş, kıymeti hiçbir ölçü ile ifade edileme-
          yen, çok parlak ziya neşreden bir taç giydirdi. Zahir de değil, rüya
          da değil. Ne uykudayım ne de tam uyanığım. Yarı şuurla hissedi-
          yorum. Ama bir taç giydiğime katiyetle eminim. Bu taç zikir tacı
          imiş. Paşa Hazretleri bana:
            —Ders  almak  isteyip  de  bizi  bulamayanlara,  bizimle  görü-
          şünceye kadar derslerini tarif edin. Bizimle görüşme imkânını bul-
          duklarında derslerini tazelerler.

          Demişti.  Bu  bize  teveccüh  yapma  emri  verilinceye  kadar  devam
          etti.  Ondan  sonra  bizim  ders  tarif  ettiklerimizin  derslerini  tazele-
          mek lüzumunu duymadılar.
            Bir  gün  Erzurum’dayız.  Paşa  Hazretleri’nin  mahdumlarından
          Hacı Hüsameddin Efendi bir beygire iki sepet üzüm yükleyip satışa
          getirmiş. Ebat olarak birbirinden hiçbir farkı olmayan bu sepetler-
          den biri bizim, diğeri Paşa Hazretleri’nin imiş. Yapılan tartı sonun-
          da Paşa Hazretleri’ne ait sepet, bizimkinden on beş kilo fazla geli-
          yor. Bunu hayretle gören Hüsameddin Efendi dayanamayıp soru-
          yor:
   310   311   312   313   314   315   316   317   318   319   320